Quantcast
Channel: Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri
Viewing all 779 articles
Browse latest View live

Salonunu Yenilemek İsteyenler İçin Koltuk Takımı Seçiminde Püf Noktalar

$
0
0

Salonunuzu yenilemenin ilk adımı şüphesiz koltuk takımı modelinizi değiştirmek. Çünkü perdenizi, duvar rengini, halıyı ve tüm aksesuarları, ancak salon takımının rengine, tasarımına karar verdikten sonra seçebilirsiniz… Yani evinizin baş aktörüdür oturma takımları! Peki perdeyi ve salonu tamamlayan her şeyi ona göre seçiyorsak, takımı neye göre seçmeliyiz? İşte bu noktada tarzınız, hayata bakış açınız, konfor ve şıklık hakkında fikirleriniz, beklentileriniz ve elbette evinizin metrekare ölçüleri öne çıkıyor. Eklektik mi, modern mi, klasik mi, trendy mi… Nasıl bir takım istiyorsanız hepsini size geniş bir koleksiyonuna sahip İder Mobilya’da size sunuyor. Yeni nesil tasarımlardan, zamansız tarzlara, dekorasyon stilinize eklemlenebilir ürünlerden sıra dışı aksesuarlara her şeyi İder Mobilya’da bulabilirsiniz. Bu noktada size sadece tarzınızı ve dekorasyon stilinizi belirlemek kalıyor… Bunun için de işte püf noktaları, nelerden nasıl faydalanabilir, nasıl seçim yapabilirsiniz…

Eskimeyen Moda: Köşe Koltuk

Evinde kusursuz bir rahatlık isteyenlerin tercihi; L koltuk da denilen bu modeller, zamansız olarak nitelendirilebilir. Salonunuzun havasını bir hayli değiştirir. Evinize modern bir hava katar ve daha küçük bir alanda daha fazla insan ağırlayabildiği için de samimidir. Eğer küçük bir salona sahipseniz köşe koltuk modelleri sizin için ideal bir tercih olabilir çünkü alandan tasarruf etmenizi sağlar. Yalnızca küçük alanlarda değil büyük bir salonda da köşe koltuk takımı kullanabilirsiniz. Özellikle minimalist bir yaşam tarzını benimsediyseniz ve az eşya çok insan mottosuyla hareket ediyorsanız, yine köşe koltuk kullanarak evinize sakin ve şık bir görünüm kazandırabilirsiniz. Çok çeşitli modelleri ve teknolojik yeniliklere eklemlenebilirliğiyle de her yaş grubuna uygundur. Kalabalık bir arkadaş grubunuz varsa, evde vakit geçirmekten hoşlanıyorsanız ve konfor sizin için vazgeçilmezse köşe koltuk takımlarına mutlaka bir şans vermelisiniz.

Son Dönemin Yükselen Yıldızı: Modern Tekli Koltuk

Genellikle koltuk takımının teklisi olarak değerlendirilen tekli koltuklar modernizmle birlikte bambaşka bir havaya kavuştu. Artık evlerde koltuk takımı dışında farklı bir renkte hatta farklı modelde bile tekli koltuk görmek mümkün. Birbirinin aynısı bir üçlü koltuk, bir ikili koltuk ve bir tekli koltuk şeklinde tasarlanmış koltuk takımı modelleri artık sıkıcı ve demode görünmeye başladı ve hal böyle olunca meydan tekli koltuklara kaldı. Evinizde farklılık yaratmak istiyorsanız koltuk takımı yerine birbirinden tamamen farklı görünen birden fazla tekli koltuktan yararlanabilirsiniz. Fakat farklı olsalar dahi birbirleriyle ve genel dekorasyonunuzla uyum ve bütünlük içerisinde olmalarına dikkat etmelisiniz. Tekli koltuk kullanmanın bir diğer özelliği ise onların sabit bir kullanım alanının olmamasıdır. Koltuk diye salonda kullanmak zorunda değilsiniz. Yine dekorasyonunuza ve alanınızın büyüklüğüne göre yatak odası, mutfak, oturma odası gibi pek çok alanda rahatlıkla tekli koltuğunuzu kullanabilirsiniz.

Yeni Yılda Salonunuz Çok Renkli Olacak: 2020 Koltuk Takımı Trendleri

İnsanların artık durmadan çalıştığı günümüzde belki de en büyük ihtiyaç biraz olsun huzur… Bu nedenle insanlar da evimizdeyken stresten uzak, dingin ve konforlu olmak istiyoruz. Bu fikirden yola çıkılarak bu yılın dekorasyon teması “estetik bir sadelik” olarak belirlendi. Koltuk takımlarında ise klasik görünüm yerini, renkli ve eğlenceli modellere bıraktı. Renklerin psikoloji üzerindeki etkisini de göz önünde bulundurarak; özellikle oturma odanızda, canlı renkler tercih etmenizin sizi daha enerjik hissettireceğini söyleyebiliriz. Özellikle mavi tonlarını bu sene koltuk takımı modellerinde ve kırlentlerde sıklıkla göreceğiz. Bunun yanı sıra büyük salonlarda toprak renklerini kullanmaya devam edebilir ve dilerseniz canlı renklerle kontrast oluşturabilirsiniz. Bu moda trendlerine uymak istiyorsanız; duvarlarınızı gri renge boyayabilir ve koltuk takımlarında da pastel ve yumuşak renklerle canlı renkleri bir arada tercih edebilirsiniz.

Eğer siz de evinizin stilini değiştirmek istiyorsanız; tarzınıza uygun aradığınız trendy mobilyayı, bütçenize uygun, sağlam ve konforlu koltuk takımı seçeneklerini İder Mobilya’da bulabilirsiniz. İder Mobilya güvencesi ile web sitesinden zahmetsizce sipariş verebilirsiniz.

Salonunu Yenilemek İsteyenler İçin Koltuk Takımı Seçiminde Püf Noktalar yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.


Bölüm 21 : Tesadüf Diye Bir Şey Yok

$
0
0

Tam 9 yıl sonra Ufuk, Şule’yi bulduğunu söylüyordu. Gerçek olabilir miydi?

Gözlerine baktım. Dudakları arasından iyi şeyler çıksın diye umutla.. Fakat Ufuk üzgünce başını iki yana salladı.

“Özür dilerim,” diye geveledi.

Konuşamadım. Soru soramadım. Geçmişim beynimin içinde tepe taklak dönerken, 9 yıl önce Şule’nin nasıl da kollarımdan kayıp gittiğini düşündüm. Acıyla kıvrandım.

Masanın üstünde balık gibi titreyen elim birden sıcacık oldu. Ufuk’un tenini yıllar sonra hissetmek içimde garip bir karıncalanmaya neden oldu. Dolan gözlerimi onun bakışlarına kaldırdım. Dişlerimle dudağımı ezip, “Harun’la Şule’nin ne bağlantısı var?” diye sordum.

“Haklıymışsın,” dedi Ufuk, yüreğime korku köpeklerine salarak. “Tesadüf diye bir şey yokmuş.”

Tam da şuan, kalkıp gitmek ve hiç gelmemiş olmayı diliyorum. Yıllar önce yaptığım gibi kaçmak… Eğer soru sorarsam, Ufuk’un vereceği cevabın altında kalacaktım.

Gözlerimi yumdum. Bir firari kirpiğimden yanağıma ulaştı ve Ufuk’un baş parmağıyla buluştu.

“Git,” diye mırıldandı Ufuk. “Gerçekleri duymadan git.”

Şule’nin altı yaşındaki suratı belirdi gözkapaklarımda. Gözleri yaşlı, yanakları ıslak değildi. Dim dik duruyor ve gamzelerini göstererek gülümsüyordu.

Gözlerimi açtım, elimi Ufuk’un avucu altından çekerek duruşumu düzelttim.

“Hayır. Ben artık o on altı yaşındaki aptal kız değilim. Savaşabilirim. Kaçmayacağım. Ve sen de şimdi her şeyi anlatacaksın.”

Sakince başını salladı Ufuk. “Birincisi sen hiçbir zaman aptal olmadın. İkincisi kaçmadın, daima savaştaydın. Üçüncüsü ise bunların olması senin suçun değildi. Sen de en az Şule kadar masumdun. Ve şimdi, öncelikle bana söz vermeni istiyorum, Eylül. Duyduklarından sonra hiçbir şeye bulaşmayacaksın. Yapılacak her şeyi ben zaten yaptım. Duydun mu?”

“Ben asla tutamayacağım sözler vermem, Ufuk. Tahmin yürütmeye başlamadan anlatsan iyi olur.”

Ufuk öyle sesli bir iç çekti ki, zaten en kötü senaryonun gerçek olduğunu hissettim. Omuzlarımı dikleştirip, çenemi yukarı kaldırdım. Her türlü darbeye hazırdım.

“Aslında sana Şule’yi getirip, senden bana bir şans daha vermeni isteyecektim,” diyerek anlatmaya başladı. “Fakat Şule’yi bulduğumda zaten 8 yıl geç kaldığımı gördüm. Kader senle beni bir yazmamıştı, tıpkı Şule’yi seninle yazmadığı gibi. Ama senin de dediğin gibi tesadüf diye bir şey yoktu. Kader yollarımızı kesiştirmişti ki, Şule için adalet olsun diye. Şule’nin katilini adalete teslim edebileyim diye. İşte tüm sahne bu yüzden kurulmuş, Şule bu nedenle hayatının yörüngesinden geçmişti.”

Elimi havaya kaldırarak, “Lütfen edebiyat yapmayı kes,” dedim. Oysa ki zamanında ona bu yüzden aşıktım.

“Özür dilerim, Eylül. Onu sana sağ olarak getiremediğim için.”

Yanağımı ıslatan yaşları elimin tersiyle sildim. “Katilini tanıyorum, değil mi?” Ve o sırada, soru dudaklarımdan fırladığı anda gerçeği biliyordum. Görüverdim…

Hiçbir şey tesadüf değildi. Tüm yaşananlar…

Ufuk gözyaşlarına rağmen burnunu çekerek başını salladı. “2011 yılında öldürülen çocuk Şule’ymiş. Harun’un ağabeyi Hakan’ın öldürdüğü çocuk oymuş,” dedikten sonra yerinden kalktı ve buza dönen bedenimi ısıtabilmek için bana sarıldı. “Üzgünüm bir tanem,” diye fısıldadı kulağıma, eski günlerdeki gibi. “Çok üzgünüm.”

Ufuk’un bedenini ya da sıcaklığını hissedemiyordum. Donmak üzereydim. Beynimde başlayan sarsıntı beni öldürecek kadar şiddetliydi. Görüyordum… Hakan’ın iri cüssesinin, Şule’nin ufacık bedeninin üstünde durduğunu ve onu tam 27 yerinden bıçakladığını…

Bölüm 21 : Tesadüf Diye Bir Şey Yok yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 22 : İki Gizemli Adam

$
0
0

İyi insanlardık aslında. Kendimizden başkalarını düşünebilen, evsizlere yemek verebilen, yaşlılarla ilgilenebilen ve kimsesiz çocuklara ablalık yapabilen çok iyi insanlardık.

Sonra ne mi oldu? Kafamıza silah dayayıp, bizi kötü olmaya zorladılar. Aslında susmaya dünden razıydık. Tek istediğimiz hayatlarımızdı. İşte o an içimizdeki iyiliği yitirmiştik.

Aslında biz ‘susarak’ 2011 yılında ölmüştük.

Biz kimmiydik?

Birlikte büyümüş iki yakın dost. Eylül ve Mehtap.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Mehtap’la 2009 yılında bir çocuk esirgeme kurumuna kaydımızı yaptırmıştık. İkimizinde kardeşi yoktu. Abla olma hevesinde iki ergenden ibarettik. On beş yaşında, kendini büyük sanan iki çocuktuk. Ama öyle iyi ve kararlıydık ki, müdür yardımcısı gönüllü abla olmamıza izin vermişti.

İşte Şule’yle yollarımız böyle kesişti. Yurttan içeri adımımı attım ve onu gördüm. Onun gönüllü ablası oldum.

Her hafta sonunu Şule’yle geçiriyordum. Bazı zamanlar Mehtap gelemiyordu. Ama ben bir kez bile aksatmadım.

Bir gün Ufuk’a ondan bahsederken, günü geldiğinde Şule’yi evlat edinmek istediğimi anlattım. Şule o zamanlar 6 yaşındaydı. Sanki ondan çok büyükmüşüm gibi hayal kurup duruyordum.

Ee, 15 yaş ergenliğin, kendini büyük sanmanın zirvesi.

Her şey çok güzeldi. Gerçekler de hayaller de. Ta ki bir yılın sonunda Şule ortadan kaybolana dek.

Her cumartesi yaptığım gibi yurda gitmiş ve bu kez kapıda Müdür tarafından karşılanmıştım. Şule’nin artık yurtta olmadığını ve beni de 18 yaşından küçük olduğum için içeri alamayacağını söyledi. Ona Şule’nin nerede olduğunu sorduğumda bilgi veremeyeceğini dile getirdi. Kibar olduğunu sanan kaba bir üslupla, tabiri caizse beni kovmuştu.

Bir müddet yurda uğramadım. Kendimi unutturmak ve sonra tekrar içeri girmek için… Fakat işe yaramadı. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin o yurttan içeri adımımı bir daha atamadım.

Şule’ye ne olmuştu, neredeydi hiç bilmiyordum.

~~~~~~~~~~~~~~~~

Aradan bir yıl geçmişti. Bir gün Mehtap’la nasıl olduğunu anlamadığımız bir dizi olayların içine düşüverdik.

Her şey tesadüf gibi görünen, zincirleme bir planın parçasıydı. Fakat bunu o zamanlar bilmiyorduk. Başımıza gelenlerin tesadüf olmadığını ilk anladığımda çok geç kalmıştım. Tercih hakkım yoktu. Ya içimin iyiliğini ya da canımı ölüme verecektim. Yaşama devam etmem için bedel ödemem gerekiyordu.

Her şey Mehtap’ın Said adında birine aşık olmasıyla başladı. Bana “aşk tesadüfleri sever,” masalını atlatırken bir yandan da bizi belanın içine sürüklüyordu.

Yeni sevgilisi Said’le kafa kafaya vermişler ve beni Said’in en yakın arkadaşı Harun’la tanıştırma kararı almışlar. Bana sormadan… Buluşmaya gittiğimden habersiz Mehtap’ın, “sana bir sürprizin var” dediği yere doğru yürüdüm.

Yolun sonu içeride hiç kadın olmayan, puslu bir cafeye çıktığında durup itiraz ettim. Ama çok geç kalmıştım. Kurbanlık koyun gibi içeri girdim. Said ve Harun’la tanıştım, daha doğrusu tanıştırılmaya zorlandım.

Harun oraya zorla geldiğimi, oturmak istemediğimi anlayınca, bir beyefendi edasıyla kalktı ve beni yolcu etti. Ama Said, Mehtap’ı bir türlü bırakmaya razı olmadı. Benim de onsuz gitmeye niyetim yoktu. Nihayetinde Harun devreye girip ikimizi de içeriden çıkarttı.

İtiraf ediyorum, onun bu davranıştan çok etkilenmiştim. Üstelik tahmin edemeyeceğim kadar yakışıklıydı. Ama yine de ne ona yüz vermiş, ne de geri adım atmıştım.

Birkaç gün sonra Harun, Mehtap’la haber yollattı. Benden çok etkilendiğini ve benim seçtiğim bir mekanda buluşmak istediğini… Tabii yanımızda Mehtap ve Said olarak. Çünkü o, ciddi bir ilişki yaşamıyorsa bir kadınla baş başa kalmadığını iddia eden biriydi.

Buluşmayı istemedim fakat Mehtap bıktırana kadar ısrar edince pes ettim.

Sonrasında günler çok hızlı aktı. Bir iki derken biz artık dördümüz takılır olduk. Harun’la aramızda ciddi bir şey yoktu. O beni sevdiğini söylemiş, ben aramızdaki 8 yaşı bahane ederek geri çekilmiştim. Her seferinde beni etkilemeye çalışıyordu. Ondan hoşlanmıyor değildim ama beni iten anlamadığım bir his yüzünden geride duruyordum. Harun ve Said de karanlık bir şeyin olduğunu seziyordum.

Hislerimin haklı çıkması uzun sürmedi.

İki hafta sonra gecenin bir yarısı Mehtap evden kaçtı. Said’e kaçtığını, onunla evleneceğini yazdığı bir kısa mesaj göndermiş ve telefonunu kapatmıştı.

Deliye dönmüştüm.

Hislerim Harun’u aramamı söyledi. Ben de öyle yaptım. Uzun süre telefonu açmadı. Geceleri çalışıp gündüzleri uyuduğunu söylüyordu.

Nihayetinde ona ulaştığımda Harun cümleleri toparlayamacak kadar sarhoştu ve Said’in zaten Mehtap’ın yanında olduğunu söyledi. Bunun üstüne ondan bir iyilik istedim, “Said’e söyler misin, onu benim yanıma getirsin,” dedim. Kabul ederek telefonu kapattı.

Aradan bir saat, iki saat geçti Mehtap gelmedi. Ben de durmaksızın Harun’u aradım.

Nihayetinde Mehtap bizim eve, benim yanıma geldiğinde tüm hayatımız değişmişti…

Bölüm 22 : İki Gizemli Adam yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 23 : Kadın Terörü

$
0
0
“Şiddet Mağduru Tüm Kadınlara…”

Evde yalnız olduğumuzdan çığlıklarımın duvarlara çarpmasında bir mahzur görmedim. Gerçi yalnız olmasak bile bağırırdım. Çünkü o an dudaklarımdan çıkan her kelime tüm kadınlar içindi.

“Hayır, seni kadın terörüne kurban vermeyeceğim! Anladın mı? Kurtulacağız o heriften, sen asla bir üçüncü sayfa haberi olmayacaksın, asla! Anlıyor musun, Mehtap?! Kes artık ağlamayı, sana el kaldıran bir pisliği sevdiğini söyleyip durma!”

Çılgına dönmüştüm. Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim ve Mehtap’ın önünde diz çöktüm. “Lütfen ağlama, söz veriyorum, kurtulacaksın. Sadece inan ve sevmekten vazgeç. İnsan ölümü sevemez, tamam mı? O senin ölümün, onu sevemezsin.”

O gece olanlar hayatım için bir yenilikti. Kadın şiddeti benim için yalnızca üçüncü sayfa haberinden ibaretti.

Sevgi dolu bir ailede dünyaya geldiğim için çok şanslıydım. Babam anneme sesini bile yükseltmezdi. Dedemin biri zaten sevdiği kadın öldü diye hasta olmuş bir adamdı. Annem hep onun ne kadar romantik bir adam olduğundan bahsederdi. Özel günlerinde babaannemle nasıl dans ettiğini, onu nasıl herkesin içinde döndürüp kollarına aldığını anlatırdı. Ben o günleri göremediğim için yalnızca annemden duyduklarımla hayal dünyamı birleştirebiliyordum.

Bizim aile de kadın şiddeti mevzu bahis dahi olamazdı. Bu yüzden Mehtap dayak yemiş halde geldiğinde aklımı kaybetmiştim.

“Ne yapabiliriz ki Eylül? Polise mi gideceğiz? Sence polis ne yapacak? Adamlar karılarını doğruyor, yine de sokakta ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlar. Hangi biri içeride? Ya da hangi şiddet mağduru kadın güvende? Babama zaten anlatamam, biliyorsun. Aranmışsındır diyecek. Çünkü eğer açık bir kadın tacize, şiddete ve tecavüze uğruyorsa giyim tarzından dolayı aranmıştır. Ama yok kapalı bir kadın mağdursa o da kendini gizleyerek erkeği kışkırtmıştır. Tacizciler, tecavüzcüler asla suçlu değildir. Daima mağdur olan kadındadır suç. Bunu her gün, her Allah’ın günü o üçüncü sayfa haberlerinde görmüyor muyuz? Genç bir kız benim yaşadığımı yaşamışsa ne diyorlar? ‘Ne işi vardı bir erkekle, hak etmiş, bir kızın sevgilisi olmamalı zaten, iyi olmuş…’ İnsanlar acımasız Eylül, benim babam da acımasız, Said de öyle.. Bunları söyleyecekler, sanki bilmiyoruz!
Gidelim polise, tamam. Ama sonra? Sonra ne olacak, Eylül? Bir şey yapacaklar mı sanıyorsun? Belki içeri alacaklar Said’i ve ilk duruşmada giyecek takım elbisesini, alacak iyi hal indirimini. Peki ya sonra? Dışarı çıktığında ikimizi bir gebertecek. Ve manşet aynı olacak… ‘İki genç kız, kadın terörüne kurban gitti.’ Birkaç gün, belki birkaç hafta bizi konuşacaklar; kadın hakları bizim için adalet yürüyüşü yapacak. Ama birkaç hafta sonra adımızı dahi kimse hatırlamayacak. Çünkü başka Mehtap’lar, başka Eylül’ler öldürülmüş olacak. Bunun sonu yok, Eylül. Dünyanın her yerinde bugün milyonlarca kadın öldürüldü, hanginin adını biliyoruz?”

Sıktığım yumruğumu gevşeterek ayağa kalktım.

“Ne sen ne de ben, o üçüncü sayfaya çıkmayacağız. Bunu kabullenmeyeceksin. Ben halledeceğim,” dedikten sonra gözlerinin içine baktım. “Tecavüz etti mi?”

Sessizce başını iki yana salladı.

“Doğruyu söyle bana, Mehtap!”

“Yemin ederim.”

Akşam üstü Said sarhoş bir şekilde Mehtap’ın evine gitmiş. Mehtap’ın babası illet bir herif, kızının sevgilisi olduğunu duysa kendi elleriyle sıkar gırtlağını. Bu yüzden Mehtap evden çıkıp Said’i mahalleden uzaklaştırmış.

Mehtap’ın asla katlanamadığı şey alkoldür. O da babası yüzünden. İçip sarhoş olan adamlardan nefret eder. Said’i de öyle görünce anında soğumuş ondan. Üstüne bir de Said ondan faylanmaya çalışınca… Durum çığrından çıkmış.

Mehtap bana o mesajı atmış çünkü Said onu zorlamış. Aklı sıra onu evine götürüp kadını yapacakmış. Telefonu da kapatmış ki ulaşamayalım… Benim Harun’u arayabileceğimi hesaba katmamış.

Harun bu ikisini bulduğunda Said’den daha ayık vaziyetteymiş ve bana onu getiren Harun’muş.

Bu yüzden sabah soluğu Harun’un yanında aldım. Fakat zamanlamam çok yanlıştı.

Harun’unların her zaman takıldığı kahvenin dışında hiç kimse yoktu. Bunun nedeninin saatin erken olması sandığımdan durup düşünmedim. Doğruca kapıyı açtım ve içeri daldım.

Dışarda kimsenin olmamasının nedeni içeride yasa dışı işlerin dönmesiymiş meğer. İçeri daldığım an, hayatım boyu içinde olmak istemeyeceğim o konuşmanın ortasında, onlarca çift gözün merkezinde kalakaldım…

Bölüm 23 : Kadın Terörü yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 24 : Olmadık Anlar

$
0
0

Harun apar topar kolumdan yakalayıp beni dışarı çıkardı. Her şey için çok geç olduğunu ikimizde biliyorduk. Yine de beni belleri silahlı adamların içinden kılıma zarar gelmeden uzaklaştırmak istemişti.

Telaşla, “Duyduğun gibi değil, açıklayabilirim,” gibi şeyler geveledi.

Her şeye rağmen beni seviyordu. Sevgisi gözlerinden yansıyordu ve tek isteği beni korumaktı. Bunu anladığım an durumu fırsata çevirmek için kafamdan hemen bir plan yaptım.

Oraya Mehtap’ı kurtarmaya gitmiştim. Ama şimdi, önce kendimi kurtarmak zorundaydım. Bu yüzden Harun’a karşı durmak yerine, rol yapmayı seçtim. Hızla ona sarıldım ve söylediği tüm yalanlara inanmak istedim.

Kalbim hiç bir zaman inanmadı. Ama yaşamak için sustum ve inanmış gibi yaptım.

Kendimi nihayetinde Harun’un anlattıklarına inandırdım.


O yıl bir kız çocuğu öldürülmüştü. Katili serbest kalmış ve Harun’un ağabeyi Hakan adaleti sağlamak için katili bulup bıçaklamıştı. Sonrasında tutuklanarak ceza evine sevk edilmişti. Hakan’ı hiçbir zaman görmedik. Ne iş yaptığını, neden adaleti bıçağıyla aradığını sorgulamadık. Harun, “abim suçsuz yere hapiste,” dedi, biz de inandık.

Kahvehaneye girdiğimde duyduğum şey, Hakan’ın mahkeme günü kaçırılacağının planıydı. Onu taşıyan araç mahkeme sonrası yağmalanacak ve Hakan içerden çıkıp yurt dışına kaçırılacaktı.

Harun’un babasının İstanbul ve birkaç şehirde sayısız kahvehanesi vardı. O gün oraların sıradan kahvehaneler olmadığını anlamış ama gözlerimi kapatmıştım. Oralarda yasa dışı kumar oynatıldığından, silah ve uyuşturucu satıldığından haberim yokmuş gibi davranmayı seçtim. Ayrıca Harun her ayın sonunda şehir dışına çıkardı. Söylediğine göre öteki şehirlerdeki kahvehaneleri kontrole gidiyordu. Ama bunun yalan olduğunu, esrar işi için sınır dışına gittiğini öğrendiğimde…

Mehtap’la kurtulabilmek için zekice bir plana ihtiyacımız vardı. Bu yüzden Harun’un bana olan sevgisini kullandık. Anlattığı her masala inanmış gibi yaptık. Ve ona aşıkmışım gibi…

Hakan’ın mahkemesinden üç gün önce, Mehtap’ın doğum günüydü. Said ona olan aşkını ispatlamak için bir parti organize etti. İlk iki saat her şey garip bir şekilde güzeldi. Said yaşanan kaçırma ve şiddet gecesinden sonra bir daha alkol almamış ve Mehtap’ı el üstünde tutmaya başlamıştı. Her şeyin rol olduğundan, kendi sahte aşkım kadar emindim.

İki saatin sonunda partideki insanlar tek tek dağılmaya başladı. O sırada Mehtap’la Said’in ortada olmadığını fark ettim. Üstelik Mehtap’ın telefonu benim yanımda duran çantasının içindeydi. İşin garip tarafı Harun’un da görünürde olmamasıydı.

Hem kendi çantamı hem de Mehtap’ınkini alıp cafeden dışarı çıktım. Biraz ileride Harun’un telefon konuştuğunu görünce içimdeki merak duygusuna yenilerek sessizce ona yaklaştım.

Harun sinirli bir şekilde tıslayarak; “Ne demek Hakim kabul etmedi!” diyordu. “Ona kimin oğlu olduğumuzu söylemedin mi?”

O konuşmadan anladığım kadarıyla ilk planları, duruşmadaki Hakim’e rüşvet vererek Hakan’ı çıkartmaktı. Fakat Hakim rüşveti kabul etmemişti.

“Öyleyse b planını uygulayacağız,” dedi Harun. B planı Hakan’ın içinde olduğu araca mermi yağdırmaktı. “Gerekli mühümmat için yarın adamları toplayıp getir.”

Nefesimi tutmuş dinliyordum ki aniden ensemde bir soğukluk hissettim. Ardından yüzü tanıdık ama adı yabancı, Harun’un adamlarından birinin sesi geldi. “Sakın kıpırdama!”

Ensemdeki soğukluk silahın namlusuydu. Harun, adamının sesinini duyunca yavaşça arkasına döndü ve sevgilisinin ensesindeki silahtan önce ihanetini gördü…


Harun beni öyle güçlü bir tutkuyla seviyordu ki, en sadık adamını bile hiçe sayabilirdi.

Gözgöze geldiğimiz o an atabildiğim en sevgi dolu bakışı attım. Harun bir şey söylemeksizin arkamda duran adamına bir göz hareketi yaptı ve ensemdeki silah indi.
Sonra bana dönerek, son derece sert bir tonla, “İçeri gir, geliyorum,” dedi. Başımı önüme eğip içeri girdim.

Kafamdan Harun’a az sonra söyleyeceklerimi geçirirken, cafenin tuvaletlerinin olduğu koridordan bir şangırtı koptu. Ardından Mehtap’ın çığlığı…

Her şeyi unuttuğum gibi sesin geldiği yöne koştum. Mehtap şoka girmiş halde kapağı kapalı klozetin üstünde oturuyordu. Tuvaletteki ayna kırılmış, parçaları tuvaletin açık kapısından dışarı fırlamıştı. İçeri girdiğimde Said’in eli, Mehtap’ın çenesini tutuyor ve anlayamadığım şeyleri küfürle harmanlayarak söylüyordu.

Beni görür görmez doğruldu ve elini tam beline atacağı sıra pantolonun arka cebine sokarak başını eğdi. Ve hemen arkamdan Harun’un sesi yankılandı.

Bu andan sonra her şeyin olup bitmesi 15 dakika sürdü. Önce Mehtap’ın patlamış dudağı ve yırtılan elbisesini görüp olay çıkarttım. Sonrasında cafenin iç kısmına geçip, Harun’un Said’i dövdürmesini izledik.

O an öğrendik ki, kahvehanelerin dışında, bulunduğumuz cafe de onlara aitmiş.

Said bir güzel dayağını yiyince Mehtap’la olan ilişikisi de bitti.

Günün sonunda Harun, ikimizi bizim evin köşesine kadar bıraktı ve tam yanından gideceğim sıra kibarca kolumu tutup, “Bugün hiçbir şey duymadın ve ben de görmedim,” dedi. Böylece bizim ilişkimiz bir süre daha devam etmeye mahkum edildi…

Bölüm 24 : Olmadık Anlar yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 25 : Özgürlüğün Kanatları

$
0
0

Duruşma oldu. Hakan içerden çıktı. Nasıl oldu sormadım. O hafta Harun’la hiç görüşmedik. Bana karşı günden güne soğumasını beklerken o bana daha çok bağlandı.

Aradan bir ay geçti. Mehtap’ı kurtarayım derken kendi hayatımı riske attım.

Ve nihayetinde o gün geldi…

Harun elimi tutup dudaklarına götürdü ve diz çökerek elini cebine soktu. Gelecek senaryoyu başımı iki yana sallayarak uzaklaştırabilirim sandım.

Olmadı.

Cebinden çıkardığı kutuyu açtığında, hızla elimi geri çektim.

“Daha 18 yaşında bile değilim,” dedim.

Bir şey söylemeden gülümsedi ve elimi tekrar tutup yüzüğü parmağıma geçirdi. “Yaşının bir önemi yok. Evleniyoruz,” dedi. Bu bir şaka ya da kabus olmalıydı.

Değildi.

O gün soluğu Ufuk’un yanında almış ve dehşetle parmağımdaki yüzüğü göstermiştim.

“Yetti ama!” diyerek celallenmişti. “Bitiriyorsun artık bu işi. İlla evleneceksen benle evlen. O hıyar ağasıyla değil!”

O zamanlar Ufuk’la olan arkadaşlığımız inişli çıkışlıydı. Sevgili gibiydik ama aslında değildik. Her olayda yanımda istediğim insan oydu. Harun’u sevmiyordum, hiçbir zaman sevmemiştim.

O gün çok düşündüm ve Ufuk’a hak verdim. Artık bitmeliydi. Gece saat 3 sularında ona uzunca bir mesaj attım. Harun’un asla katlanamadığı şey telefonla, bizzat mesajla yapılan ayrılıklardı.

Mesajı gördüğünde çıldırmış ve cevap yazmamıştı. Bu yüzden sabah ona pişman olduğumu yazan bir mesaj gönderip evlerinin olduğu sokağa gittim. Mesajlarıma ya da telefonlarıma cevap vermiyordu. Bekledim.

Nihayet sokakta yolunu kestiğimde hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Beni af etmesini istedim. Şans vermesini.

Vermedi.

Çocukça davrandığımı ve af ederse yine bir gece aptalca davranabileceğimi söyledi. Ona ‘zaten çocuğum geri zekalı’ demek istesem de sustum. Yalvarıp af dilemeğe devam ettim.

Sonuç olarak yüzüğü bana hediye ederek hayatımdan çıktı. Öyle çok ağlayıp yalvarmıştım ki, rol yaptığımı düşünememişti bile. Tüm gözyaşlarım planımın bir parçasıydı.

Özgür olduğum ilk an yüzüğü satıp parasını elimden çıkardım ve Ufuk’un yanına gittim. Beni parmağımda tasmam olmaksızın karşısında görünce kollarına aldı. Sıkıca sarıldık birbirimize. Adeta özgürlük, onun kollarında olmaktı. Beni hiç bırakmasın istemiştim. Sonsuza dek…

Bölüm 25 : Özgürlüğün Kanatları yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 26 : Adalet (?)

$
0
0

Küçük Şule, manyak ruhlu bir adamın şiddetine maruz kalmıştı. Kendisinden oldukça iri o gaddar herif, Şule’yi 27 yerinden bıçaklarken sesini kimseye duyuramamıştı. Sonrasında cesedi ortadan kaldırılmış, katili serbest kalmıştı. Şule’nin çığlıklarını kimse duymadığı gibi, adaleti için kimse yürümemişti. Onun tek suçu bebekken terk edilmiş olmaktı. Arkasından kamera önüne çıkan gözü yaşlı bir annesi yoktu ya da iyi bir avukat tutacak babası.

O kimsesiz kızın sahip olduğu, öldürüldüğünü duyduğunda dünyayı yakabilecek gözü karalıkta olan tek bağı vardı. O da kanla değil, sevgiyle bağlıydı.

Katilin kardeşi, sevginin yapamayacağı şeyin olmadığını bilen kurnaz biriydi. O yüzden Şule’nin sahip olduğu o tek kişiyi, yani beni bulmuştu. Hayatıma tesadüfen girmek için en yakın arkadaşımı kullanmıştı. Hesaba katamadığı şey bana aşık olma ihtimaliydi. Aşk bacasını sarınca ne yapacağını şaşırmış, bu yüzden gitmeme izin vermişti. Asıl amaçları, Mehtap’ı da beni de Şule’nin gittiği yere yollamaktı. Aşk her şeyi bozmuştu.

Yıllar sonra yine tüm sessizliği bozan şey aşk olmuştu. Ufuk’un bana olan aşkı… Şule’yi bulmak istemiş ve gerçeklerle başını belaya sokmuştu. Tek avantajımız Harun’un onu tanımıyor olmasıydı. Aksi taktirde işler en başta sarpa sarardı.

Ufuk Şule’nin katilini içeri sokabilmek için yıllarca çabalamış, onların tüm tehditlerine rağmen işin peşini bırakmamıştı. Geçtiğimiz haftalar da tıpkı öngörümde olduğu gibi Harun tarafından vurulmuş, kurşun o an onu öldürmemişti.

Çünkü Şule için adaleti sağlayacak son mahkemeye çıkması gerekiyordu.

“Ölmedim, çünkü Şule’nin adaleti benim ellerimde, bunu hissediyorum, Eylül. Ben o mahkemeyi kazanmak için bu dünyaya gönderildim. Yaşam amacım bu. Yıllarca hayatı sorguladım. Seni neden kaybettiğimi sorup durdum. O gece için isyan ettim. Ama artık biliyorum. Şule için burdayım. Seni kaybetmiştim, çünkü öteki türlü Şule’nin peşine düşmezdim.”

Ufuk’un anlamadığı bir şey vardı. Adalet, Harun gibi adamların parmak uçlarındaydı. Onlarla hukuk alanında mücadele edemezdiniz. Ben de bu yüzden onların anlayacağı tarzda devreye girdim.

Harunların kahvehanelerinin birini işleten kişi ilkokul arkadaşım. Ufuk’tan gerçekleri dinledikten sonra soluğu onun yanında aldım. Her şeyi anlatınca bana yardım etmeyi kabul etti. Böylece adaleti dahi silahların yönettiğini kendi gözlerimizle görmüş olduk.

İlk iş olarak Harun’un en küçük kardeşi Hamdi’yi bir süreliğine misafir ettik. Arkadaşım bana Hamdi’nin uyurken fotoğrafını çekip attı. Ben de o fotoğrafı Harun’a gönderdim. Hamdi’nin Şule’yle aynı sonu paylaşmasını istemiyorsa, mahkemede gerçekleri anlatmasını emreden bir mesaj attım. Kimliğimi gizlemeden. Annelik beni olduğumdan daha fazla cesur yapmıştı.

Mahkemeye kadar Hamdi’yi misafir etmeye devam ettik.

Mahkeme günü gelip çattığında, Ufuk’un tüm itirazına rağmen salona girdim ve gururla Harun’un itiraflarını dinledim. Onun ve tüm ailesinin sonu gelmişti. Mal varlıklarına ve silahlarına devlet el koydu. Hakan’a, Şule ve daha fazlası için müebbet verildi.

Sonraki yıllar da Hakan’ın bir kız babası tarafından içerde bıçaklanarak öldürüldüğünü duyacaktık. (Ve gerçek adalet o infazda saklı olacaktı.)

Harun, Ufuk’u yaralama suçundan ayrı, babasının kirli işlerini yönetmekten ayrı yargılandı. Ve müebbet almasını istememize rağmen yirmi yılla yetindi.

Babalarının kaderi Hakan’dan farklı olmadı. Hakim onun için de müebbet kararı verdi. Sonraki yıllar da girdiği firar eylemi sırasında vurularak öldürülecekti.

Mahkeme sonrası Hamdi polisin cirit attığı evlerine gitmekte özgürdü.

Bizse Ufuk’la gerçek bir cafeye gidip birer kahve içtik. Öyle mutluydu ki, onu en son ne zaman böyle gördüğümü düşününce… Serhan aklıma bile gelmedi. Parmağımdaki alyans umrumda değildi.

“Gördün mü, Eylül?” dedi mutlulukla kıpırdanarak. “Adalet var demiştim. Sadece topal olduğu için geç kalabiliyor.”

Ona gülümseyerek, “haklısın,” dedim. Silahın ve tehditin üstünlüğünden bahsetmedim. Ufuk’un Hamdi olayından haberi yoktu ve asla olmadı. Harun ve arkadaşım hariç kimse bilmedi.

“Keşke,” diyerek omuz silktim. “Topallığın ameliyatı olsaydı da adalet geç kalmasaydı.”


Yalnız hayatımda neler yaşadığımı, neler hissettiğimi ve neler yaptığımı Serhan dahil olmak üzere hiç kimse bilmiyor. Bilmeyecekler de. Ve bu gidişat beni vahşileştirmek üzere, hatta belki de çoktan yırtıcı bir kuş olmuşumdur…

Bölüm 26 : Adalet (?) yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 27 : Yırtıcı Kuş

$
0
0

Haftasonu Serhan vardı. Birlikte oğlumuzun odasını yaptık. Bir kere bile o yokken neler yaptığımı sormadı. Hoş, sorsa da bahsedecek değildim. Dün gittiğinde ilk defa ağlayıp zırlamadım. Gidiyor diye mutlu bile oldum.

Ona olan sevgimi kaybediyorum… Tıpkı yüreğimin naifliğini yitirmesi gibi.

Az önce Ufuk aradı. Buralardaymış ve eğer müsaitsem bir kahvemi içmeye uğrayabilirmiş. “Elbette,” dedim. Son zamanlarda oldukça yorgun. Sanki tüm gücünü mahkeme için kullanmıştı ve şimdi usulca ölüyordu. Ona olan duygularım karışık, ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Beynindeki kurşun yüzünden kendimi suçluyorum.


Ufuk’u evimde görmek oldukça garip. Onun eski sevgilim değil, geçmişimden gelen dostum olduğunu kendime hatırlatıyorum.

Ben kahveleri yaparken, o da mutfağımda asılı duran tahtanın önünde dikiliyor. Tahtayı işaret ederek, “Mavi Kış, ne demek?” diye soruyor.

Elimdeki kupayı tezgahın üstüne bırakarak yanına gidiyorum ve hamile olduğumu kabullendikten sonra yazdığım ve silmediğim yazının anlamını açıklıyorum. Ufuk hiç şaşırmıyor, o beni Serhan’dan daha iyi tanıyor.

Kahvelerimizi alıp salona geçiyoruz. Eski günlerden, mahkemeden ve bebeğimden konuşuyoruz.

Ufuk gülerek bir anımızı anlattığı sıra başımda katlanılmaz bir zonklama başlıyor. Gözlerim bir an için kararıyor. Ona belli etmek istemiyorum. Aptalca sırıtıyorum. Ve işte o an Ufuk’un ağzından kan boşaldığını görüveriyorum. Ardından titremeye başlıyor. Ölüyor…

Ona yardım etmek için kalkmak istiyorum ama olmuyor. Kılım dahi kıpırdamıyor. Bunun bir öngörü olduğunu anlıyorum.

Neyse ki uzun sürmüyor. Nefesim iki göğsümün arasında sıkışıp kaldığı sırada, Ufuk’un elinin sıcaklığını hissederek birden ciğerlerim boşalana dek nefes veriyorum.

Kendime geldiğimde ilk gördüğüm şey Ufuk’un dehşet dolu kahverengi gözleriydi. “Bir şey gördün,” diye mırıldandı. “Kötü bir şey gördün.”

Kesik kesik nefes alıp vererek doğruluyorum. “İyiyim,” diyorum, kulağa pek de doğru gelmeyen bir ses tonuyla.

Ufuk arkasına yaslanarak, tamamen kendime gelmemi bekliyor.

Yıllar önce ona öngörülerimden ilk bahsettiğimde korkuyordum. “Ya bir gün gördüğüm şeyin içinden çıkamaz ve nefessiz kalırsam, o zaman ne olacak?” diye sormuştum.

Öngörülerimden kimseye bahsetmezdim. Annem dahi nasıl bir beyine sahip olduğumu bilmiyor.

Öngörülerimi anlatmama sebeplerimden biri de bana inanmayacak olmalarıydı. Ama Ufuk farklıydı, o daima bana inanmıştı.

“Asla gerçek dünyadan kopup orada ölüme mahkum olmayacaksın,” demişti. “Çünkü ben hep yanında olacak ve seni oradan çıkaracağım.”

Peki ya şimdi? Onun ölümünü gördüğüm şu an, ne yapabilirdi ki…

Tüm kalbimle öngörümün yanılmasını diledim. Birkaç gün içinde ölmesin diye her şeyi yapmaya hazırdım. Ama bir yandan korkuyordum. Onu tüm kalbimle geri isterim diye…

Bölüm 27 : Yırtıcı Kuş yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.


Bölüm 28 : Katliamdan Sanata

$
0
0

Son günlerinizi yaşadığınızı bilseniz ne yaparsınız? Kiminle geçirirsiniz o günleri? Ya da kime hayatının zulmünü yaparsınız, yanında can vererek?

Kimse yalnız ölmek istemez. Ölüm soğuktur, beklenmeyen ve bilinmeyendir. Kimse nasıl öleceğini bilme lüksüne ermez ve ya kimin yanında…

Babamın en büyük korkusu, anneannemi son nefesini verirken görmemdi. Bunu hiçbir zaman dile getirmedi ama ben gözlerinden okumuştum. Anneannemin ölümünden saatler önce beni zorla eve götürmüştü. O gece, güneşin doğuşunu göremeyeceğini biliyorduk. Çünkü o da tıpkı benim gibi öngörüleri olan biriydi ve ölümünü görmüştü. Saatler önce öngörüsünü, ben yanında otururken görüvermişti. Nasıl öleceğini, ölüm meleğinin hangi görünüşte geleceğini, ruhunun bedeninden nasıl ayrılacağını.. görmüştü.

Dedem öldükten sonra bir inanışa kapıldı. Eğer ölüm ona geldiğinde evinde olursa, ruhunu dedem alacak ve hiç duymayacaktı. Ölüm, aşk ve mutluluk olacaktı ona. Ama yok hayır, evinde olmazsa o zaman dedem onu bulamazdı. Böylece ölüm onun için boşluktan ibaret olacaktı.

Anneannem evinde verdi son nefesini. Ölümünden saatler önce, “burada,” dedi bana.

“Kim burada?” diye sorduğumda aslında cevabı biliyordum.

Gelen dedemdi. Odada bizimleydi. Saatler sonra anneanneme elini uzatacak, o da uzatılan eli tutacak; böylece ruhu bedeninden kolayca çıkacaktı.

Ölümü tam olarak böyle oldu.

O gece babam, dedemin odada olduğunu duyunca beni eve götürdü. Annem bizimle gelmedi. Sabah ezanı okunduğu sıra, annem abdest almak için odadan ayrıldığında… Anneannem tam ezan vakti usulca dedemin yanına göçtü.

Ölümünü kabullenmem ve hayata devam etmem tam 6 ay sürdü. Üstelik öldüğü anı görmemiştim.

Peki ya Ufuk ölürken ne yapacaktım? Hayata devam etmem kaç ayıma maal olacaktı? Her şeye göğüs geren ben, ölümün karşısında öyle aciz ve çaresizim ki… Üstelik Ufuk’un yanımda öleceğini biliyorum. Gözlerimin önünde can vereceğini…

Yapmam gereken şey: Ufuk’la daha fazla görüşmeden yoluma devam etmek.
Yaptığım şey: şuan onunla buluşmak için yolda olmak.

Ya bugünse? Ya ölüm bugün gelirse?


Eğilip yerdeki sarı yaprağı aldım. Sonbaharın yapraklara yaptığı şey, benim Ufuk’a yaptığımla aynıydı. Sonbahar yaprakları usulca öldürüyordu. Tıpkı benim varlığımın Ufuk’u öldürdüğü gibi. Oysa sonbahar yaprakları öldürürken ortaya harika bir sanat eseri koyuyordu, bu da Ufuk’un benim yanımda gülümsemesi gibiydi.

“Demek hala solan yaprakları toplamayı seviyorsun,” dedi arkamdan gelen ses.

Yaprağı avucumun içine bastırarak Ufuk’a döndüm. “Yaptığı katliama rağmen sonbaharı seviyorum.”

Omuzlarını silkerek, “Kim sevmiyor ki,” diye fısıldadı. “Şu açıdan bak, sonbahar da doğanın bir parçası ve eski yapraklar dökülmezse yenileri ortaya çıkamaz. Tıpkı insan doğası gibi, birileri ölmeli ki doğana yer açılsın.”

Boğazımda oluşan düğümü hissedebiliyordum. “Sen yaşlı bir yaprak değilsin, Ufuk.”

“Sen de kaderimi yazan melek değilsin,” diyerek ellerini kollarıma koydu. “Hatırlıyor musun, bir keresinde seninle anket doldurmuştuk. Soru şuydu: ‘son nefesinizde kiminle olmak istersiniz?’. Ben seni yazmıştım. Dilek gibi bir soruymuş, baksana kaderimi belirledi.
Sonra senin cevabını görmek istemiştim, senin de beni yazdığını düşünmüştüm. Oysa sen olaya çok farklı açıdan bakıyordun.”

O an farkında değildim ama aynı anda soluk alıp veriyorduk. Göğsümüz aynı anda şişip iniyordu. Alınlarımız da aynı ayna birbirine değmek için eğiliyordu. Birleştiklerinde gözlerimi kapattım ve kendimi Ufuk’un melodili sesine bıraktım.

“Sen yalnız ölmek istediğini yazmıştın. Gördüğümde çok canım sıkılmıştı. Ama sonrasında söylediğin şeyi hala unutmadım, Eylül.
‘Sevdiğim insanın yanında ölüp bu acımasızlığı ona yapamam. Beni hayatının geri kalanında gülümserken hatırlamasını istiyorum, ölürken değil.’ ”

Bir anlığına sessizlik oldu. Ufuk’un gözlerinin da kapalı olduğunu hissettim. Sonra fısıldayarak, “Sana bunu yapmamalıyım, değil mi? Senin yanında ölmemeliyim,” dedi…

Bölüm 28 : Katliamdan Sanata yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 29 : Ölümün Soğukluğu

$
0
0

Hayatınızın son günleri olsa ne yapmak isterdiniz?

Ufuk yaprakların arasında oturmayı istedi. Yeşilden turuncuya, turuncudan sarıya dönen yaprakların arasında oturduk. Ölümden değil de yaşamdan konuştuk. Sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi. Sanki az sonra bizim için kıyamet gelmeyecekmiş gibi…


Ağaçların arasından bir silüet geçti. Öyle hızlıydı ki, bir an için göz yanılması sandım. Fakat çok geçmeden bir o kadar tanıdık ve bir o kadar da yabancı bir ifadeyle çarpıştı gözlerim. Başta aldırış etmedim.

O sırada konumuz nasıl olduysa yine ölüme geldi.

“Anneanneni kasım ayında kaybetmiştin, di mi?” diye sordu Ufuk.

Yavaşça başımı salladım. Sonbaharı sevdiğim kadar kasım ayından da o denli nefret ederim. Sevdiklerimin bir kısmını kasım da, bir kısmını aralıkta kaybettim. Bu iki ay hüzün çöker yüreğime. Birden boğazımda bir yumru oluştu. Ufuk’u da bu iki aydan birinde kaybedeceğimi fark ettim.

Ağaçların dalları salladı. Ufak bir rüzgar tenimizi okşadı.

“Dünyaya bir kez daha gelsek ve yollarımız tekrar kesişse, bir şansımız olur muydu?”

Sorduğu soruyu en içten dileklerimle kalbime ilettim. Omuzlarımı silkerek, “Üzgünüm,” diye fısıldadım. “Dünyaya milyon kez gelsem, her seferinde Serhan’ı severdim. Onu tekrar tekrar sevmek, sanırım aşkların en güzeli.”

“Mesafelere rağmen mi?”

“Biz ona ‘Uzak Beraberliğimiz’ diyoruz. Ve evet, Uzak Beraberliğimize rağmen.”

Yüzünde oluşan gölgeyi defetmek istercesine gülümsedi ve, “Neden Serhan?” diye sordu.

“Eğer mükemmellik bir insan olsaydı, bu kesinlikle Serhan olurdu,” diye açıkladım. “Bakma sen, arada kızıyorum, sitem ediyorum ama benim isyanım onu görememeye, ona dokunamamaya, uzakta olmaya.. Onsuz bir hayat istemiyorum, Ufuk. Eğer isteseydim çoktan vazgeçmiştim.”

Seslice iç çekti. “Çok seviyorsun değil mi onu? Ya o, seni hakediyor mu?”

“Emin ol, benim sevgim onunkinin yarısı etmez. Ve ben onu, oğlumun babasının genlerini taşımasını, ona benzemesini isteyecek kadar çok seviyorum.”

“Madem bu kadar çok seviyorsunuz, neden ayrısınız be Eylül? Neden gelmiyor?”

Bu soruyu cevaplamak istemiyordum. Dudağımı aşağı sarkıtarak omuzlarımı silktim. O sırada ağaçların yaprakları sert bir rüzgarla hışırdadı. Bir an için Ufuk’un burnundan kan geldiğini sandım.

“Galiba fırtına gelecek,” dedi bakışlarını sakin görünen gökyüzüne kaldırarak. “Gidelim istersen.”

Serhan’dan konuşunca onu ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Tam da şuan yanımda olup bana sarılmasını istedim. Ne olursa olsun, yokluğu yüzünden onu hissedemediğim anlara inat, onu seviyordum ve sevmekten hiçbir zaman vazgeçmeyecektim.

Rüzgar şiddetini arttırınca kalkmaya karar verdik ve ayaklandığımız sıra aynı silüeti yine gördüm. Biri bizi izliyordu. Artık emindim.

Ayağa kalktım, üstümü silkelerken etrafa bakındım ve birden görüverdim. Yaklaşık yirmi metre ötede, bir ağacın gövdesine gizlenen bir adam bizi gözetliyordu. Bakışlarında tanıdık bir ürkeklik, duruşunda anlamsız bir dehşet vardı.

Sessizce Ufuk’a izlendiğimizi anlatmaya çalışırken…

Rüzgar öyle bir esti ki, ağaçlar gövdesiyle bir sarsıldı. Yerdeki yapraklar şaha kalktı. Ve gökyüzüne iki el silah sesi karıştı.

Hissettiğim acı öyle keskin ve hızlı yayıldı ki bedenime, bir ipin bedenimi yardığını hissettim. Bedenim yere düşmeden ve gözkapaklarım kapanmadan hemen önce üç şey gördüm.

İlki Ufuk’un ağzından boşalan kandı.

İkincisi bize ateş eden, ağacın gövdesine saklanan adamın masumane bakışlarıydı. Onu tanıdığıma emindim.

Ve son olarak, yere düşerken anneannemi gördüm. Bana doğru geliyordu.

Anneannem nasıl son nefesinde dedemin gelmesini istediyse, ben de hep onun gelmesini istemiştim. Ruhumu anneannem alsın ve hiç acıtmasın…

Oysa şimdi onun geldiğini görmek istemiyordum. Bebeğim için hayatta kalmam gerekiyordu.

Canım hiç yanmıyor, ölümün soğukluğu iliklerime kadar yayılıyordu.

Bedenim yaprakların üstüne düştüğünde dudağımdan dökülen son kelime bebeğime verdiğimiz takma ad oldu. “Mavi Kış,” diye inledim. Daha kışı göremeden sonbahara yenik düşmek, kasım ayına kurban gitmek istemiyordum.

Fakat gözkapaklarım kapandığında, anneannem yanı başımdaydı…

Bölüm 29 : Ölümün Soğukluğu yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 30 : Ölümün Ötesi

$
0
0

Boşluğun ortasında, hiçliğin içindeyim. Bağdaş kurup oturmuşum. Kimse yok, renk yok, eşya yok.. hiçbir şey. Sadece arada bir kulaklarıma gelen uğultular ve bip sesleri var. Başka da bir şey yok.

Başımı eğip karnıma bakmaya çalışıyorum, olmuyor. Hiçlikte kımıldayamadan oturuyorum.

Biri size gelecekte öldürüleceğinizi ve katili de tanıdığınızı söylese, muhtemelen ilk şüheleneceğiniz kişi bunu size söyleyen olur.

Düşünüyorum. Bize silah doğrultan o kişiyi.. Katilim, katilimiz mi? Öldüm mü şimdi? Ölüm bu muydu yani, kocaman bir boşluk.. Ee hani nerde ötekiler? Anneannem, dedelerim, babaannem… Neredeler? Dünya da yalnız yaşadığım için ölümün ötesi de mi yalnızlığa çıktı?!

Belki de.. Belki de ölmedim, belki arafta sıkışıp kaldım.

Öyleyse nasıl kurtulacağım? Yaşama ya da ölüme nasıl geçeceğim?…

Boğazım kupkuru, vücudum uyuşuk, başımda katlanılamayacak bir ağrı… Dünden kalmış gibiyim.

Gözkapaklarımı açtığımda hiçbir şey hatırlamıyorum. Beynimde kocaman bir boşlukla uyanıyorum.

Yattığım yerden doğrulurken bedenim kırılacakmış gibi hissediyorum. Ağrımayan bir yerim yok. Zorla oturuyorum. Etrafa baktığımda evimin yatak odasında olduğumu görüyorum. Yatağın karşısındaki aynadan dağılmış görüntüme bakarken, leş gibi koktuğumu fark ediyorum. Günlerdir yıkanmamış, sanki yataktan hiç çıkmamışım gibi bir halim var. Darmadağınım..

Yataktan kalktığımda ayakta durmakta zorlanıyorum. Üstümdeki geceliği ne zaman giydiğimi hatırlamıyorum. Hafızam bomboş.

Üstümü değiştirmeden önce elimi yüzümü yıkayıp geliyorum. Geceliği çıkardığımda aynadaki yansımam da dikkatimi çeken şeyi görünce hızla soluk alıyor ve yatağa oturuyorum. Parmaklarımı sağ üst bacağımdaki çizgiye değdirdiğimde ani bir acıyla irkiliyorum ve sızının beynime gönderdiği sinyalle her şeyi hatırlayıveriyorum.

Önce Ufuk’un ağzından boşalan kanı görüyorum. Silahtan çıkan ilk merminin ona ulaştığını ve sarsılarak yere yığıldığını hatırlıyorum. İçimden koca bir parça orada onunla kalıyor.

Havaya karışan ikinci silah sesiyle kendi bedenimin sarsıldığını ve duyduğum soğuk acıyla yere düştüğümü hatırlayınca…

Hemen elimi şiş karnıma koyuyorum. “Bebeğim,” diye fısıldarken, karnımı okşamaya başlıyorum. “Orada mısın?”

Ne vakit karnımı okşasam bebeğim anında kıpırdayarak bana cevap verir. Bunun onunla iletişimimiz olduğuna inanıyorum. Doğduğun zaman her huysuzlanışında onu okşayarak sakinleştireceğime inanıyorum. Tabii onu sağ olarak doğurmayı başarabilirsem.

Elimi çekmeksizin okşamaya devam ederken, paniğine kapılmamak için derin derin nefes alıp veriyorum.

Ona hamile olduğumu öğrendiğimde öldürmek için gün almıştım. Onu az kalsın öldürecektim. Ben yapacaktım, kendi bebeğimi, Mavi Kış’ımı… Oysa şimdi onun yaşaması için her şeyi yaparım.

Her şeyi.

“Lütfen..” diye inledim. Gözlerimden sicim gibi yaş aktığının farkında bile değildim. “Lütfen beni bırakma, annem.”

Eğer elimin altındaki kıpırtı birkaç dakika daha olmasaydı, kalpten gidecektim. Onun minicik kıpırtısı bana koca bir umut oldu. Rahatlayarak omuzlarımı düşürdüm.

Bebeğim yaşıyordu. Benimleydi. O çok güçlüydü.

Bacağımdaki dikiş izine baktım. Demek kurşun bacağıma isabet etmişti. Peki ama kaç gün geçmişti? Beni ya da bizi oradan kim kaldırmıştı? Kim ameliyat edip, kurşunu çıkarmış, bebeğimi hayatta tutmuştu? Ya Ufuk, ona ne olmuştu? Bizi vuran o tanıdık sima kime aitti, neden vurmuştu?

Bir sürü cevaplanması gereken sorum vardı. O yüzden hızla giyindim ve telefonumu buldum. Önce takvime baktım.

30 Ekim Çarşamba.

Ufuk’la 26 Ekim Cumartesi günü buluşmuştuk.

Hemen mesajlara girdim. Ailem ve Serhan bu süreçte benden habersiz kalmış olamazlardı.

Ve tam da tahmin ettiğim gibi! Benim yazdığımı gösteren bir sürü mesaj var. Birkaç günlüğüne bir arkadaşımda kalacağımı ve merak etmemelerini yazmışım. Bana mesaj atan, beni merak eden herkese..

Serhan çok hoşlanmamış bu durumdan, çünkü haber veren mesajdan sonra onu pek takmamışım.

Tüm bu mesajları benim adıma kim atmış olabilirdi ki?

Neden?

İçimdeki ses bunları yapanın beni vuran o tanıdık yüzle aynı kişi olduğunu söylüyordu.

Peki ama kimdi o çocuk?…

Bölüm 30 : Ölümün Ötesi yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Dekoratif Halılar ile Banyonuza Renk Katın

$
0
0

Evimizi dekore ederken önceliği banyolara vermediğimiz doğru ancak bir evin temiz görünmesi ve şıklığının tamamlanmasında banyoların önemi büyük. Şık karolar, parıldayan eviyeler, trend bataryalar derken banyolar sadece tuvalet ve duş yeri olmaktan çoktan çıktı. Dekorasyonun en büyük tamamlayıcı parçalarından biri olan halılar da banyolarda ise şıklığın bir numaralı tamamlayıcısı. O halde kusursuz bir banyo dekorasyonu için banyo halısını nasıl seçmeli, renk ve boyutlardaki son trendler neler birlikte göz atalım.

Güne Yumuşacık Bir Yürüyüş ile Başlıyoruz: Banyo Halısı

Sabah uyandığımızda ilk olarak banyoya uğrarız bu nedenle sert ve soğuk zemine basmak iyi bir “günaydın” demek olmayabilir. Banyo halısı seçiminde özellikle yumuşak dokulardan yana tercih yaparsanız soğukluk algısını kırmış olursunuz. Böylelikle duş almak dişleri fırçalamak bir görev olmaktan çıkar ve banyonuz vakit geçirmekten hoşlandığınız bir yer haline gelebilir. Banyo halısı seçerken dekorasyonla uyumlu olması önemli ancak rahat kullanım sunması da gerekir. Islaklığı kısa sürede emen ve temizliği basit olan bir paspas tercih ederseniz işleri kolaylaştırabilirsiniz. Özellikle makinede yıkanabilen banyo halısı temizlik açısından pratik olacaktır. Sık yıkanmaya dayanabilecek kadar kaliteli malzemelerden yapılmış olması da oldukça önemli. Yüksek tüylere sahip banyo halılarının genellikle birkaç kullanımdan sonra tüyleri yatışır. Eğer bu görüntüden hoşlanmıyorsanız ince hav yüksekliğine sahip banyo paspaslarından tercih edebilirsiniz.

Yuvarlak mı Dikdörtgen mi?: Banyo Paspas Modelleri

Dikdörtgen, oval, kare ya da yuvarlak gibi farklı formlarda birçok banyo halısı modeli mevcut ancak bazen seçenekler arasından tercih yapmak zor olabiliyor. Banyo yuvarlak paspas için en uygun yerlerden biri ama kullanılacak alanın genişliği bu seçimde oldukça önemli. Eğer çok dar bir banyonuz varsa yuvarlak paspaslar sıkışmış bir his verebilir. Onun yerine dikdörtgen ya da kare küçük ebatlarda bir Banyo halısı seçmek daha doğru olacaktır. Aynı zamanda küçük alanlarda koyu renk banyo halısı kullanmak zaten doğal ışık alamayan banyolarda kasvetli bir görünüm doğurabilir. Genellikle geniş ve ferah banyolarda yuvarlak ve koyu renk paspaslar tercih edilmelidir. Banyo için paspas modelini seçerken elbette sadece alan genişliğine bakamayız. Banyoda kullanılacak diğer tekstil detayları da halı için bize ipuçları verebilir. Örneğin duş perdesi ve havlular ile uyum içerisinde olmayan banyo halısı oraya ait değilmiş hissini verebilir. Aynı zamanda dolapların ve seramik yüzeylerin rengi, kullanılan banyo aksesuarlarının tarzı da halı seçerken dikkate almamız gereken diğer detayları oluşturur. Klasik ya da retro, avangard ya da modern tarzdaki banyolar için kullanılacak halılar da o tarzla uyum içerisinde olmalı. Koyu ve açık renkler banyoda bir denge oluşturmalı. Gözü yormayan ama şık bir görünüm için tüm detaylar düşünülmelidir. Ayrıca tek ve kocaman bir banyo halısı yerine klozet ve lavabo önünde kullanım olanağı sağlayan paspas setlerine de göz atılabilir. Takım olarak alınacak ikili setlerde renk karmaşası olmadan sade bir görünüm yakalanabilir.

Küçük Dokunuşlar ile Aksesuarları Kişiselleştirebiliriz!

Öyle zannedilir ki banyolar aksesuarlar için uygun bir alan değil. Bu klasik algıyı yıkmak ve banyonun da evin bir parçasını olduğunu kanıtlamak için yapabileceğimiz pek çok seçenek mevcut. Banyo paspasını renklendirip eğlenceli hale getirmek için küçük dokunuşların yeterli olduğunu kanıtlayabiliriz. Banyo halısı ya da paspas uçlarına minik püsküller, renkli boncuklar ekleyerek kişiselleştirilmiş aksesuarlarımızı yapabiliriz. Ayrıca duvarlara yerleştireceğimiz tablolar ile alışılmışın dışına çıkabiliriz. Yemyeşil bitkiler alarak canlı bir görünüm elde edebiliriz. Bazı bitkilerin aşırı nemden hoşlandığını da unutmadan banyolarımızı renklendirebiliriz.

Siz de şık bir banyo dekorasyonu için harekete geçebilir, tarzınıza en uygun banyo halısı modellerini Koçtaş internet sitesinde bulabilirsiniz. Uygun fiyat avantajları, taksit seçenekleri ve şık modelleri sepetinize ekleyip banyo dekorasyonunuza dahil edebilirsiniz.

Dekoratif Halılar ile Banyonuza Renk Katın yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 31: Hayaller, Gerçekler ve Öngörüler…

$
0
0

Haftalar geçti. Ufuk’la ilgili hiçbir şey bulamadım. Ne dirisine ne ölüsüne rastladım. Adeta yer yarılmıştı da Ufuk’u içine çekmişti. Hislerim o gün vurulduğunda öldüğünü söylüyordu ama ailesi de dahil olmak üzere kimse cesedine ulaşamamıştı.

Eğer bacağımdaki dikiş izi olmasa, Ufuk’un hayali karakterim, yaşanan günlerin de birer rüya olduğuna inanacağım.

Yine de zaman zaman Ufuk’un ve onunla geçen günlerin birer hayal olup olmadığını sorgularken buluyorum kendimi.

Bizi vuran çocuğa dair de bir şey bulamadım. O günden aileme ya da Serhan’a bahsetmedim. Serhan geldiğinde bacağımdaki izi sormasın diye, vazo kırıp camını bacağıma sapladım. Dikiş gerektirecek bir kesik değildi ama uzak ilişkinin avantajı buydu. Ona kanlı bacağımın fotoğrafını gönderdim ve hastaneye gidip dikiş attırdığımı söyledim. O da bana, sakarlıkta master yaptığımı söyledi ve konu kapandı. Ölmediğim sürece Serhan için herhangi bir sorun yoktu. Belki öldüğümde bile olmazdı.

Fakat uzaktayken hissettiklerimin çoğu gerçek değildi. Ona uzak olduğumda koca bir aldatmacanın içinde oluyordum.

Olaydan iki hafta sonra geldiğinde, bacağımdaki dikişe uzun uzun baktı. O an aslında başıma gelen her şeyin onu ne kadar yaralayabildiğini gördüm. Gözlerindeki acı, yüreğimi okşadı.

Bacağımdaki dikişin sebebinin sakarlığım değil, kurban oluşum olduğunu bilseydi… Bacağımı deşenin vazo değil, mermi olduğunu… Sertçe yutkundum. Yalanımın bir gün ortaya çıkmaması için sessizce dua ettim.


Kasım bitti. Ağaçlar tüm ölü yapraklarından arındı. Aralık kar soğuğuyla birlikte geldi ve hamileliğimin sonuna doğru yaklaştım.

Murat’ın her yerde kartanesi olan mavi beyaz odasını bitirdik. Son günlerde artık düşünmek istediğim tek şey oğlumdu. Ufuk’u aramaktan vazgeçmiştim.

Her aralığın son haftası olduğu gibi bu yıl da Serhan yanımdaydı. İkimiz de bahar aylarını severiz. Ben sonbaharın, Serhan ilkbaharın gelişiyle doğmuş. Ama bizi birbirimize bağlayan mevsim kıştı.

Onu yıllar sonra ilk defa kışın görmüştüm. Başında gri bir bere, kırmızı bir burun.. Ablasının kapısında, elleri cebinde dikiliyordu. Sırtı duvara dayanıktı. Beni gördüğünde doğrulmuş ve biçimli, sarıya çalan kaşlarını havaya kaldırarak bakmıştı. Ben de karşımda onu görmeyi beklemiyordum. O gün içimden, “vay be!” demiştim. “Yıllar onu hiç değiştirmemiş.” Ama ona karşı kalbimde bir kıpırtı olmamıştı. Serhan ise beni ilk gördüğü an anlam veremediği bir duyguya kapıldığını itiraf etmişti.


Bir sonraki kış, boğaza nazır bir evlilik teklifi almıştım.

Kahve bağımlılığımın getirdiği bir kupa sevdam var. Serhan evlenme teklifinden aylar önce, bana hayatımın en güzel kupasını vereceğini söylemişti. Dalga geçtiğini sanmıştım.

2015 yılının Aralık ayında, beni önce okuduğum romanların içine sokmuş, sonra da dediğini yaparak hayatımda aldığım en güzel kupayı vermişti.

O gün, 20 Aralık 2015 günü, helikoptere binip tüm İstanbul’a tepeden bakmıştık. Sonra Boğaz Köprüsünün hemen yanında bir yere girdik, bana kendi eliyle çay servisi yapacağını söyledi.

Havada kar kokusu vardı.

Daha biz sipariş vermeden masaya bir çay termosu ve iki kupa geldi. O an aslında anlamam gerekirdi. Anlamamıştım.

Garsona bakıp, şaşkınca “yanlış getirdiniz galiba,” dedim. Garson tembihlemiş gibi sırıtarak gitti. Bir şey söylemedi.

Ah, elbette tembihlenmişti!

Serhan çay termosuna uzandığında titriyordu ve burnu onu ilk gördüğümdeki gibi kıpkırmızıydı. Titreyen elini tutarak, “İstersen ben koyayım,” dedim. Başını iki yana salladı. Termosu aldı ve önce benim önümde duran siyah kupaya koymaya başladı.

“Bu kupa senin için,” dediğinde başımı eğip kupaya baktım ve siyah kupanın renk değiştirmeye başladığını gördüm. İşte o zaman her şey yerine oturdu.

Kupada Serhan’ın evlilik teklifi yazılıydı. Ben şaşkınca kupaya bakarken cebinden bir yüzük kutusu çıkardı ve malum soruyu soruverdi.

Daha o gün bitmeden bulutlar bize armağanını sundu. Kartaneleri avuçlarıma dökülürken kalbimiz sarmalandı.

İki gün sonra yağan kara rağmen sözümüzü yaptık. Her şey çok hızlı oluvermişti. Dışardaki karı içeri almak istercesine evin içini kartaneleriyle donatmıştık.

Geçmişimize dönüp baktığımızda aşkımıza en cömert davranan mevsimin kış olduğunu görüyoruz.

Yüzümü Serhan’ın göğsüne bastırıp kokusunu içime çekiyorum. Kalbimde ve aklımda onun aşkından başka bir şey yok. Mutluyuz, birlikteyiz, az evvel yıl dönümümüzü kutladık. Ama maalesef yarın geri dönüyor.

Başımı kaldırıp yüzüne baktım.
“Doğumda yanımda olacaksın, di mi?”

Doğum yaklaştıkça içimi bir korku sarıyor. Hamileliğimi yalnız ve başıma gelenlere rağmen başarılı geçirmiş olabilirim ama o doğumhaneye onsuz girmek istemiyorum.

Burnumu öperek başını salladı. “Ne zaman verdiğim sözü tutmadım? Yanında olacağım, elini tutacağım ve oğlumuzu birlikte karşılayacağız. Söz veriyorum.”

İçimde bir yer Serhan’ın ilk defa verdiği sözü tutamayacağını söylüyordu. Hemen bu fikri kafamdan attım.

Yalnız yapmadığım tek şey oğlumdu ve o doğumhaneye de yalnız girmeyi reddedecek, Serhan gelene kadar doğurmayacaktım.

“Çok az kaldı,” diye fısıldadım.

“Biliyorum,” dedi ve kemiklerimden gelen çıtırtılara rağmen sıkıca sarıldı.


Serhan’ın yanında bir öngörü göreceksem, bu genelde uykumda oluyor. Yalnız uyumaya alışık olduğumdan, o varken derin uykuya geçemiyorum. Böylece gecenin tüm dostları bana düşmanlık ediyor.

Uykuyla uyanıklık arasında olduğum bir sıra kendimi soğuk bir koridorda, sedyenin üstünde kıvranırken gördüm. Serhan yoktu, hastaneye tek başıma gitmiş ve doğuma yalnız giriyordum.
Buzhaneye benzeyen doğumhaneye girdiğimde çığlıklarım duvarları tırmalıyor. İçeride yüzlerini daha önce görmediğim bir sürü beyaz önlüklü kadın var. Kendi doktorumun gelmesini beklerken, genç bir oğlan geliyor. Çıkmasını, doğumda erkek istemediğimi söylüyorum ama kimse beni duymuyor. Başımın yanına gelip sakince saçımı okşadığında, onun doktor olamayacak kadar küçük olduğunu görüyorum. Yüzü tanıdık, tebessümü ürkütücü.

“Çok hızlı olacak,” diyerek kapıyı işaret ediyor. Dehşetle başımı sallayıp kalkmaya çalışıyorum. Beni tutuyorlar. Oğlanın gösterdiği kapıya bakıyorum, aralık ve..

Kapıda kan lekeleri var. Daha dikkatli baktığımda Ufuk’un cansız bedenini görüyorum. Başımı çevirip doktor önlüğünün içindeki oğlana baktığımda, onun bizi vuran çocuk olduğunu anlayıveriyorum. Bana göz kırpıp, oğlumu almak için bacaklarımın arasına eğiliyor.

Attığım çığlıkla birlikte yataktan fırlıyorum. Serhan hemen beni kolları arasına çekerek saçlarımı öpmeye başlıyor.

“Geçti, aşkım. Sadece bir rüyaydı. Yanındayım.”

Serhan rüya olduğunu düşünüyor ama ben öyle olmadığını biliyorum. Doğuma onsuz gideceğimi ve o çocuğun orada olacağını biliyorum.

Bölüm 31: Hayaller, Gerçekler ve Öngörüler… yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 32: Kış Bebeği

$
0
0

3 OCAK 2020 / Gece 02.30

Saati fark edince bilgisayarda yazdıklarımı toparladım ve son umutla sabah göndermek üzere hazırladığım maili kaydettim. Son zamanlarda kitabımla ilgili iletişime geçtiğim yayınevlerinden hiçbir olumlu geri dönüş almadım. Sabah yeni bir yere daha başvuru yapacağım.

Artık yorulmaya başlıyorum. Ruhum bedenimden daha yorgun. Yayınevleri, şiş karnımdan daha çok baskı uyguluyor. Fakat umudumu yitirir ve pes edersem yaşamın anlamını kaybedeceğimi biliyorum.

Çalışma odasından, yatak odasına geçtim. Yatağa yatmak üzere yorganı kaldırdığımda kasığıma ani ve ince bir sancı saplandı.

Derin derin nefes alarak kendimi yavaşça yatağa bıraktım.

Sancı gittikçe artıyordu. Elimi karnıma koyup, “Lütfen,” diye fısıldadım. “Lütfen bebeğim, baban olmadan olmaz.”

Her kızın ve her kadının çevresinde mutlaka doğum anıları konuşulur. Aslında her kız ve her kadın doğum hakkında bilgi sahibidir. Günümüzde küçük çocuklar bile doğumun nasıl olduğunu bilir. Leylek masalı mazide kalmıştır.

Bir arkadaşım doğumuna saniyeler kala hastahaneye yetişmişti. Bu, doğum yaptığını anlamadığı için değildi. Hastahaneye gittiğinde ona suni sancı vermelerinden korktuğu içindi. Bu yüzden son ana kadar dişini sıkmış ve kocasına dahi bir şey söylememişti. Kızlara doğum hikayelerini anlatan bazı gereksiz insanlar, aptal yere onları korkutur. Bu yüzden bir çok kadın bebeğini kollarına almaktan ölesiye korkar.

Benim korkum, yaşayacağım doğum sancıları ya da yırtılacak yerlerim değildi. Ben Serhan’sız doğum yapmaktan korkuyordum. Ve dahi bir katilin eline bebeğimi doğurmaktan…

Son giren sancı öyle bir içime işledi ki, vücudum iki büklüm oldu. Yatakta, Serhan’ın olması gereken boşluğa baktığımda gözyaşlarım yanaklarımı yaktı. İçimi saran çaresizlik dışıma taştı. Hayatım boyu bir çok şeyle mücadele ettim. Çoğu şeyin üstesinden tek başıma geldim. Ümitsiz olduğum anlar oldu belki ama hiçbir zaman şimdi olduğum kadar çaresiz olmadım. Karnımın altı alev alev yanarken, kollarım tir tir titriyordu. Soğuk ve sıcağın arasına sıkışan kalbim saf çaresizlikle doluydu. Düğünden sonraki aylarda dahi çaresizliği böylesine güçlü hissetmemiştim.

Oysa yolun başında hiçbir şeyi böyle hayal etmemiştik. Düğünü ayrı kalmayalım diye erteleyip durmuş, sonra da ayrılığın dibine vurmuştuk. Böyle olmamalıydı. Serhan’sız olmamalıydım. Onsuz hamileliğimi geçirmemeli, doğuma gitmemeliydim.

Gitmemeliydim…


Uzun ve derin nefesler alıp verdim. Her şeyin aptal bir rüyadan ibaret olduğunu hayal ettim. Az sonra, Serhan’a aşık olduğum o ilk günde uyanacağım ve tüm bunları yaşamamak için başka bir yol bulacağız.

Defalarca gözlerimi yumup açtım.

Uyanmadım.

Gerçekti.

Kalbimin sesini dışa vurdum. Ne de olsa yapayalnızdım. Avazım çıktığınca haykırdım. Gözyaşlarım çığlıklarıma karıştı.


Bebeğim var gücüyle tekme atana kadar ağlamaya devam ettim. Onun, “ben buradayım,” uyarısı beni kendime getirdi. O buradaydı, içimde ve dışarı çıkmak istiyordu.

Yaşlarımı silmeksizin, telefonumu elime alıp doktorumu aradım. Ona sancıyı ve ne sıklıkla girdiğini anlattığımda, hemen hastahaneye gelmem gerektiğini söyledi.

Gücümü toplayıp ayağa kalkmadan önce Serhan’a bir mesaj gönderdim. Yavaş ve dikkatli haraketlerle giyindikten sonra dolaptan arabanın anahtarını ve bebek için hazırladığım çantayı aldım.

Arabaya yerleşmeyi başardığımda bir an durakladım ve geçen ay gördüğüm öngörüyü düşündüm. Saate baktım. “03.25”.

Hastahaneye yalnız gitmemeliydim. Ama eğer yalancı bir sancıysa kimseyi uykusundan etmek istemiyordum. Ellerimi direksiyona koyup ağzımdan nefes alıp verdim.

Düşündüm. Beynimi patlatırcasına…

Bunu yalnız yapamayacağımı biliyordum. Cebime koyduğum telefonu çıkarıp ablamı aradım.

Dört uzun çalmadan sonra ablamın uykulu sesi hattın öteki ucundan duyulunca, hıçkırıklarımı tutamadım.

Ablam ağladığımı duyar duymaz, uykulu sesini dağıttı ve ne olduğunu sordu.

Ona sancımdan bahsettim, daha doğrusu geveledim.

“Hemen çantanı al ve bekle. Seni almaya geliyorum,” dedi.

Arabada olduğumu, onun kapısına kadar arabayı kullanabileceğimi söyledim. İstemedi. Arabanın içinde beklememi söyledi.

Gelecekti, birlikte hastahaneye gidecektik. Doktorum, evet doğum başlamış, derse ablam ailemize haber verecekti.

Telefonuma baktım, Serhan henüz mesajımı görmemiş. Arama tuşuna basıp bekledim.

Açmadı.

Daha çok ağladım.


10 dakika geçmemişti ki ablam geldi. Kendi arabasından inip, benim onun arabasına geçmeme yardım etti.

Son haftalarda annem ısrarla onlarda kalmamı istemişti. Aynı teklifi ablalarım da yapmıştı. Ama ben bebeğimi 19 ocakta doğuracağımdan o kadar emindim ki… Serhan da biletini öyle ayarlamıştı. Doktorum erken doğum riskinden bahsetmemişti. Her şey yolundaydı ve bebek vaktinde gelecekti.

Hastahaneye vardığımızda bizi doktorum karşıladı. Onu görmek içimi öyle bir rahatlattı ki..

Muayene ettikten sonra gözlerimdeki endişeye bakarak, “Doğum başlamış,” dedi. “Seni doğumhaneye almak zorundayım.”

Burnumdaki sızının dışarı yaş olarak akmasını engellemek istercesine başımı iki yana salladım. “Serhan yok,” diye inledim. Doktoruma sarılıp ağlamak ve bebeğimi birkaç gün daha içimde tutması için yalvarmak istiyordum.

“Yapılabilecek bir şey yok, Eylül. Bunu sen de biliyorsun. Bebeğin neredeyse doğum kanalına girmiş.”

Elimin tersiyle sertçe gözlerimi ve yanaklarımı sildim.

“Serhan’ı araman için birkaç dakika izin veriyorum. Sonra seni doğumhaneye götürecekler. Ben de şimdi hazırlanmaya gidiyorum, tamam mı? Doğumhanede görüşürüz.”

Doktorum odadan çıktığında ablam telefonumu uzattı.

Arama tuşuna bastım ama telefonu kapalıydı. Sinyale düştü. Kapattım ve mesaj attım.

“Bebeğimiz geliyor, hastahanedeyim.
Yanımda, yanımızda olmalıydın…”

Telefonumu ablama geri verirken, “Benimle gel,” dedim. “Oraya yalnız girmek istemiyorum.”

Ya o çocuk doktorumu da Ufuk’u öldürdüğü gibi öldürür ve… Hemen bu düşünceyi kafamdan attım.

Ablam başta itiraz etse de dayanamayıp kabul etti. Öteki ablamı aradı ve hastahanede olduğumuzu haber verdi. Annemle babama söyleme görevini de ona devredip benimle bir o da hazırlandı.

Hayat ne garipti. Beni büyüten ablam, şimdi de doğuma benimle girecekti. Kaç kişinin ablası böyleydi? Ablalarım kocamdan daha çok yanımda olmuştu.

Hemşire ve hasta bakıcı, bizi götürmek için geldiğinde hazırdık. Yüreğimde koca bir boşluk, midemde devasa bir ağrı vardı.

Doğumhanenin kapısına yaklaştığımız sıra, nefesim kesildi. Bunun psikolojik bir etken olduğunu düşündüm.

Değildi.

Dengemi kaybettim, burun deliklerimden içeri giren hava nefes borumdan aşağı inmiyordu. Ablam düşmek üzere olduğumu görür görmez beni kavradı.

Nefes almaya çalışırken gözlerimin önüne gelen iki görüntü oldu.

İlki, aylar önce karanlık ve rüzgarın beni alt etme çabasıydı. O gün bebeğimi kaybettiğimi görmüş, hatta yaşamıştım. Şimdi o öngörüdeki ölen kişinin kendim olduğu hissine kapılmıştım.

İkinci görüntü Ufuk’la vurulduğumuz güne aitti.

Boğazımdan nefes almaya çalıştığıma dair sesler çıkarken, birkaç metre ötede duran oğlanı gördüm.

Buradaydı.

Ben nefes almak için çırpınırken, o koridorda durmuş bana bakıyordu…

Bölüm 32: Kış Bebeği yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 33 : Büyülü An

$
0
0

Gözlerim karardığı sıra duyduğum sesle kalbim minik bir kuş gibi çırpındı.

Bir baygınlık geçirmek üzereyken, sıcacık iki kolun bedenimi sardığını hissettim.

“Şimdi yavaşça nefes al,” diye fısıldadı. “Geldim aşkım. Yanında, yanınızdayım.”

Serhan’ın mavi gözlerine bir saniye kadar bakabildikten sonra kendimden geçerek bayıldım.


Gözlerimi açtığımda doğumhanedeydim. İlk başta her şey bulanıktı. Beyaz ışığı gördüğümde itiraf ediyorum ki ödüm patlamıştı. Bebeğimi doğuramadan, kollarıma alamadan öldüm sanmıştım. Üstelik bu kadar yaklaşmışken, onu göremeden yenik düşmek…

Doktorumun iri ve siyah gözleri bakışlarımın hizasına gelip, beyaz ışığı kapattığında.. Ah, bu kadını gördüğüme ne kadar sevindim anlatamam. Hangi kadın doğum anında doktoruna sonsuz sevgi besleyebilir?

Gülümseyerek, “Kendine geldiğine göre artık bebeği içerden çıkartmalısın,” dedi.

Başımı sallamaya çalıştım. Bir sıcaklık elimi sıktı. Ablamı görmeyi beklerken, yanı başımda Serhan’ı görünce, gözyaşlarım beni tamamen ayılttı.

Gözlerim karardığı sıra Serhan’ın koridorda koştuğunu hayal meyal hatırlıyorum. Bana ulaştığı an kollarına almış ve benimle birlikte doğumhaneye girmişti. Bir rüya değildi. Gerçekti. Serhan yanımda, yanımızdaydı.

“Eylül,” diye seslendi doktorum. Bacaklarımın arasındaki yerini almıştı.

Serhan eğilerek alnımdan öptü. “Biraz sonra onu göreceğiz,” diye fısıldadı.

Serhan’ın elini sıktım ve bebeğime kavuşmak için doktorumun söylediği her şeyi yaptım.

Saat: 05.15.

Güç omuzlarımdan aşağı doğru tamamen çekilmişti. Acılı olmayan ama uzun süren bir doğum olmuştu. Doktorum, bebeğimle birlikte bize yaklaştığında, daha önce hissetmediğim bir duygu seline kapılarak ağladım.

Bebeğim dışarıya sessizce çıkmıştı. Serhan bir an panik olmuş olsa da ben yaşadığını biliyordum. Annem benim de ağlamadan doğduğumu, çok sonra ağladığımı söylerdi.

Sakin ama aşırı duygusaldım. Yaşadıklarıma inanamıyordum.

Serhan’ın şuan burada olması, bebeğimin doğması…

Doktor bebeğin kordonunu kesmeden önce isim düşünüp düşünmediğimizi sordu. Serhan bu seçimi bana bırakınca, dokuz aydır yaşadığım tüm zorlukları düşündüm. Bebeğimin beni yarı yolda bırakmaması, güçlü ve korkusuz oluşu.. Doktoruma gülümseyerek baktım. Bebeğimin bundan sonra da güçlü ve korkusuz olmasını istiyordum. “Alparslan,” dedim.

Sonraki günlerde Alparslan ismini kimliğe yazdırma kararı alacaktık.

Serhan’la birlikte odaya geçtiğimizde bizi bir oda dolusu mutlu insan karşıladı. Herkes gelmişti. Annemle babam, ablamlar, yeğenlerim; Serhan’ın ailesi bile buradaydı.

Doktor, Murat’ı getirene dek herkes benimle ilgilendi. Murat geldiğinde ilgi odağı hemen o oldu. Daha şimdiden Serhan’ın ufalmış haline benziyordu.

Doktorum bebeğimi emzirmem gerektiğini söyleyerek, Serhan dışında herkesi kapı dışarı etti. Daha öncesinde bunu yapmasını doktorumdan ben istemiştim. Bebeğimi ilk emzirme anının çok özel olacağını düşünüp, bunu yalnızca Serhan’la paylaşmayı istiyordum.

Oğlumu kollarıma aldığımda kırmızı suratındaki ufacık gözlerine baktım.

“Çekikler,” dedi Serhan. “Tıpkı senin gözlerin gibi.”

Kolunu bana sararak saçlarımın arasına bir öpücük kondurdu. Ben de eğilip oğlumun minik burnunu öptüm ve göğsümü açarak o büyülü anın tadını çıkardım.



Saat on olmuştu. Herkes oğlumun etrafındayken ablam yanıma yaklaştı ve telefonumu uzattı. Telefonumda görmem gereken bir mail ve üç cevapsız çağrı sonrası bırakılan bir sesli mesaj vardı. Ablam hiç birini açmadığını söyledi.

Öncelikle maili açtım. Üç ay önce kitabımın dosyasını gönderdiğim bir yayınevindendi mail. Gözlerimi devirdim ve olumsuz maili okumaya… Bir dakika! Mail olumsuz falan değildi. Beni aradıklarını ama ulaşmadıklarını, sözleşmeyi ekteki dosyaya koyduklarını, benimle çalışmak için şimdiden heyecanlı olduklarını yazmışlardı. Maili gözlerim irileşmiş halde tekrar tekrar okudum.

Oğlum, tüm şansları toplayarak gelmişti. Yavaşça ayağa kalktım. O sırada hemşire gelip bebeği alması gerektiğini söyledi. Bebeğim odadan çıktıktan biraz sonra telefon konuşması yapmak için odadan ayrıldım.

Beni arayan numaraya ulaştım. Karşı hatta gür sesli bir kadın belirdi. Mailde yazanları bir de sesli anlatmaya başladı. Ona kısaca doğum yaptığımı ve sözleşmeyi kısa sürede inceleyip geri dönüş yapacağımı söyledim.

Hah, biraz da onlar beklesin!

Telefonu kapattıktan sonra bebeğimi götürdükleri odaya doğru yürüdüm.

Bebeklerin durduğu camekan odanın dışında onlara bakan esmer bir oğlan duruyordu. Onun kim olduğunu anladığım an sırtımdan aşağı soğuk ter boşaldı. Elim gayri ihtiyari yumruk şeklini aldı. Yavrusunu koruyan bir panter edasıyla hırsla ve gözüm dönmüş bir şekilde Ufuk’un katiline doğru yürüdüm.

“Sakın,” diye tısladım, sıktığım dişlerimin arasından. “Sakın oğluma yaklaşma!”

Yavaşça yüzünü bana döndü. Gözleri saatlerce ağlamışçasına şişti. Yine içimde onu tanıdığıma dair bir his belirdi.

“Abla,” diye geveledi. Çenesi titriyor, dişleri takırdıyordu. “Benim.”

Kollarımdaki minik kıllara varana dek titreten bir ürperti sardı etrafımı. Bu iki kelime beni kabusun orta yerine fırlattı.

Bölüm 33 : Büyülü An yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.


Bölüm 34 : “Bazı dostluklar vardır, içinizi kanata kanata iyi gelir.”

$
0
0

~Eylül 1999~

Kısa boylu esmer çocuk, yanında kendine benzeyen daha küçük çocukla birlikte okul sırasında oturuyordu. Yüzündeki koca sırıtışla arkasını dönüp, “Selam,” dedi, arka sırasında oturan, saçı iki yandan toplanmış küçük kıza.

“Selam,” diyerek gülümsedi kız.

“Tanışalım mı?” diyerek elini uzattı esmer çocuk. “Adım Ufuk.”

Kız çekinerek ona uzanan eli sıktı. “Memnun oldum, ben de Eylül.”

“Ben de memnun oldum, Eylül. Heyecanlı mısın?”

Okulun ilk günüydü. Eylül ve Ufuk 1999 yılında, ilkokul birinci sınıfa başladıkları gün tanışmışlardı.

Ufuk’un yanındaki küçük çocuk arkasına dönüp ikisine bakarak Ufuk’a sürtündü. Ufuk bir kahkaha patlatıp, “Ah, işte bu da benim kuyruğum,” dedi çocuğu göstererek.

Eylül ne demek istediğini anlayarak kıkırdadı ve, “Yani kardeşin mi?” diye sordu.

“Evet,” diyerek başını salladı Ufuk. “Adı Umut.”

Çocuk bembeyaz dişlerini göstererek sırıttı.

“Neyse ki birazdan annemle birlikte eve gidecek,” deyince Ufuk; omuzlarını silkerek itiraz etti Umut.

“Ben de okula başlayacağım,” dedi bebeksi sesiyle.

“Hayır,” diye karşı çıktı Ufuk. “Sen daha beş yaşındasın!”

Dudağını bükerek, kollarını birbirine bağladı Umut ve Eylül’e bakıp, “Seninle oturabilir miyim?” diye sordu. Ufuk’u işaret ederek, “Bununla oturmak istemiyorum,” diye ilave etti.

Eylül başını sallayarak sırada Umut’a yer açtı. O gün annesi Umut’u eve götüremedi. İlk gün olduğu için öğretmenleri de müsade etti.

Günün sonunda Ufuk’la Eylül çok yakın arkadaş olmuş, Umut’sa bir abla kazanmıştı.


~Günümüz~

Yavrusunu koruyan bir panter edasıyla hırsla ve gözüm dönmüş bir şekilde Ufuk’un katiline doğru yürüdüm.

“Sakın,” diye tısladım, sıktığım dişlerimin arasından. “Sakın oğluma yaklaşma!”

Yavaşça yüzünü bana döndü. Gözleri saatlerce ağlamışçasına şişti. Yine içimde onu tanıdığıma dair bir his belirdi.

“Abla,” diye geveledi. Çenesi titriyor, dişleri takırdıyordu. “Benim.”

Kollarımdaki minik kıllara varana dek titreten bir ürperti sardı etrafımı.

Sanki gözleri ve sesi yeteri kadar dehşet vermiyormuş gibi devam etti konuşmaya.

“Beni tanıdın mı, abla? Ben Umut.”

Dudağımı ısırarak başımı iki yana salladım. Bu olamazdı. Olmamalıydı.

“Abla,” diye seslenince elimi havaya kaldırıp, “Sus!” diye emrettim.

“Hemen defolup git buradan. Açıklama yapmanı istemiyorum. Seni dinlemek, kim olduğunu duymak istemiyorum. Tek istediğim bebeğimden uzak durman.”

Sinirden miydi, yoksa dehşetten mi bilmiyorum. Zangır zangır titriyordum.

“Sandığın gibi değil,” diye geveledi.

Hiçbir şey düşünmek ya da sanmak istemiyordum. O Umut olamazdı. Olmamalıydı. Ufuk ondan bahsetmemişti. O Umut olsaydı, bahsederdi, değil mi? Zira Umut 2004 yılında kaybolmuş ve bir daha bulunamamıştı.

2004 yılının ilk aylarıydı. Umut bir gece evden kaçmış ve karanlığın içinde kaybolmuştu. Adeta yer yarılmıştı da küçük çocuğu içine çekmişti.

Ailesi ve polis aylarca Umut’u aramış, hiçbir şey bulamamışlardı.

2004 yılının yaz tatilinde Ufuk’un babası ailesini toparlayıp şehri terk etti.

Ne olduğunu anlamadık. Çocuktuk, kafamız basmadı.

Öğretmenimiz Ufukların taşındığını söyledikten sonra beş yıl Ufuk’tan hiçbir haber gelmedi.

2009 yılında arkadaşlarımın zoruyla facebooka üye oldum. Daha üyeliğimi tamamlar tamamlamaz arkadaş istek listeme Ufuk’un adı düştü.

Meğer her gün bilgisayarın başına geçip adımı aratıyormuş. Bunu daha o an itiraf etmişti.

“Bazı dostluklar vardır, içinizi kanata kanata iyi gelir.”

Bizimkisi de öyle bir şeydi.


Ufuk’la bir hafta sonra, beş yılın ardından buluştuk.

İstanbul’a geri dönmüşlerdi fakat son derece sosyetik bir yerde, eski kalıplarından sıyrılmış bir şekilde yeni bir hayat kurmuşlardı.

Ufuk kardeşinin acısını hafifletsin diye alkole sığınmıştı. Zaten bizi ayıran olay da zil zurna sarhoş olduğu bir gece olmamış mıydı? Eğer içmeseydi, sarhoş olup o otel odasına girmeseydi… Bugün her şey çok farklı olurdu.


Yumruk yaptığım elimi hırsla duvara vurdum. Umut olduğu yerde sıçrayarak bana uzandı. Ondan uzaklaşmaya çalıştıysam da gücümü yitirdim ve beni kollarına almasına, çenesini başıma yaslayıp, “Özür dilerim,” diye fısıldamasına izin verdim. “Her şeyi anlatacağım, abla. Her şeyi…”

Bölüm 34 : “Bazı dostluklar vardır, içinizi kanata kanata iyi gelir.” yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 35 : Kayıp Çocuğun Gölgesi

$
0
0

~ 10 Gün Sonra ~

Parmağımın tersiyle oğlumun pürüzsüz yanağını okşuyor ve ara ara eğilip onu öpüyordum.

Serhan’ın eli başının altında, bakışları bizdeydi. İş yerinden bir aylık izin almıştı ve on günü bitmişti bile. Yirmi gün sonra geri dönecek, beni oğlumla baş başa bırakacaktı. Fakat kısa süre sonra ikimizi bir yanına alabileceğinden bahsedip duruyordu. Artık baba olmuştu ve kanunlar, çocuk olduğu zaman kolaylık tanıyordu. Gider gitmez oğlu olduğunu bildirerek başvuru yapacağını anlatıyordu.

Onunla yaşamayı elbette istiyordum. Oğlumuz babasız kalmasın, bütün bir aile içinde yaşasın istiyordum. Ama ailemi ve düzenimi bırakıp, ufacık bebeğimle başka bir ülkeye gitmek…

Üstelik her şey böylesine birbirine girmişken…

Bakışlarımı onun mutlulukla parlayan gözlerine kitledim. Yataktaydık, oğlumuz ikimizin arasında yatıyordu. Beşiği yatağın hemen yanında duruyordu. Serhan uzanıp önce beni sonra bebeğimizi öptü. “Onu artık beşiğine yatıralım mı?” diye sorunca hafifçe başımı salladım.

Murat’ı beşiğine Serhan yatırdı ve yatağa geri döndüğünde beni kollarına alarak, “Durgunsun,” diye fısıldadı. “Anlatmak ister misin?”

Başımı kaldırıp gözlerine baktım. “Gelmek istemiyorum. Her şeyi bırakıp seninle gelmek…”

Cümlemi bitiremeden dudaklarıyla dudaklarımı kapattı. “Söyleme bunu,” diye mırıldandı. “Seni, oğlumuzu; ailemi yanımda istiyorum. Siz olmadan daha fazla dayanamam.”

Başımı sallayarak geri çekildim. “Gece çalışıyorsun, Serhan. Sen geceleri yokken, bilmediğim bir şehirde, yabancıların arasında küçücük bir bebekle ne yaparım? Ya gece bir şey olsa? İş yerin eve uzak, çıkıp gelemeyeceksin. Tamam, burada da geceleri yalnızım ama annem iki, ablamlar dört sokak aşağıda oturuyor. Bir şey olsa yanıma beş dakika içerisinde koşacak koca bir ailem var. Orada ne yaparım bir başıma?”

“Haklısın, her söylediğin doğru. Ama hayatım, biz nelerle başa çıktık, sen neler başardın, bir düşünsene; bu seni korkutmamalı. Seni bilirim ben, üstesinden gelemeceğin hiçbir şey yok.”

Sessiz kalma hakkımı kullanarak burnumu onun boynuna sürttüm. Çenemi tutup başımı kaldırdı, burnumdan öperek, “Asıl sebep ne?” diye sordu. “Gelmek istememe sebebin ne?”

Haklıydı, korkmuyordum. Yabancı bir ülkede, geceleri birkaç saat oğlumla yalnız kalmaktan korkmuyordum. Ama gidemezdim. Şimdi olmazdı.

“Anlat bana,” diye inledi. “Benden uzaklaşma Eylül. Neler olduğunu, neler yaşadığını, neden benimle gelmek istemediğini.. Bana her şeyi anlat.”

Yapamazdım, anlatamazdım. Nasıl anlatabilirdim ki? Ne diyecektim?

Eski sevgilim önce benim yüzümden beyninde kurşunla yaşamak zorunda kaldı, sonra da öz kardeşi tarafından öldürüldü; ah, şey ben de aynı kişi tarafından vuruldum ama iyiyim, şimdi de bizi vuran o çocuğu ve kendimi kurtarmak zorunda olduğum için seninle gelemem, mi diyecektim…

Diyemezdim.

“Yayıneviyle görüşmem gerekiyor, biliyorsun. Uzun bir süreç olacak..”

“Yapma Eylül! Daha önce de kitabın çıktı, işleyişin nasıl olduğunu ikimiz de biliyoruz. Bu bir bahane değil. Kaldı ki zaten başvuru yaptığımda, hemen yarın gelmeyeceksin. Bana bahane değil, gerçeği söyle.”

Kolları arasından sıyrılarak doğrulup oturdum. Başımı ellerimin arasına aldım ve doğru kelimeleri aradım.

Tüm olanlar beynimden akıp geçerken, Serhan kollarını belimden karnıma doğru geçirerek beni sardı. Dudağı önce omzumda, sonra boynumda dolaştı. “Tamam, bana anlatmak zorunda değilsin,” diye fısıldadı. “Ama artık benimle yaşamalısın. Sensizliğe daha fazla katlanamam. Lütfen, beni daha fazla sensiz, bir başıma bırakma.”

Gözümden süzülen minik damlaları ona belli etmeden çabucak sildim.

“Özür dilerim,” diye mırıldandım. “Belki de..” duraksadım. Gözlerimi yumdum ve, “Belki de ayrılmayız,” dedim.

Ağzımdan çıkanlarla birlikte, Serhan’ın nefesinin donduğunu hissettim. Soru sormaksızın yüzümü yüzüne döndürdü.

O bakışlarda öyle çok anlam yüklüydü ki tüm kelimeler kıfayetsiz kalırdı…

Bölüm 35 : Kayıp Çocuğun Gölgesi yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 36 : Kayıp Çocuk

$
0
0

2004 yılının kış ayında, bir ayazda kaybolmuştu Umut. Yani en azından herkes öyle biliyordu. Bu koca bir aldatmacadan ibaretti. Gerçek, kışın dondurucu ayazından daha dehşet vericiydi.

Ufuklar üç kardeşti. En küçükleri Umut’tu. Bir de ablaları vardı. Beş kişilik bir aile için babasının kazancı oldukça azdı o zamanlar. Umut ortadan kaybolduğu yaz, ailecek İstanbul’u terk etme sebepleri sanıldığı gibi evlat acısı değildi. Babaları, en küçük çocuğunun kaybından kısa süre sonra zenginliğin kapısını açmıştı. Şehri terk etme sebebi, dikkat çekmemekti.

Birkaç yıl içinde İstanbul’a ülkenin başta gelen zenginlerinden olarak dönmüştü. Kimse babasının nasıl zengin olduğunu bilmiyordu. Anneleri dahi. Kadıncağız evlat acısından zaten yataklara düşmüş, geride kalan iki çocuk gelişi güzel büyümüştü.

Babaları iki çocuğunun altına birer araba çekmiş, cüzdanlarını kabartmıştı. Başka da yaptığı bir şey yoktu. Ufuk’un ergenlik çağında alkole sığınmasının ve sonrasında bir otel odasında beni aldatmasının altında yatan yegâne sebep buydu. Acılı bir anne, ilgisiz bir baba, sınırsız para…

Ufuk bunları bana 2009 yılında ağlaya ağlaya anlatmıştı. O vakitler istediği tek şey benimle mutlu bir gelecekti. Beni aldattığı güne dek bunu başarmıştı.

Ben hayatından tamamen çıktıktan sonra korkunç gelecek yakasına sıkı sıkıya yapışmıştı. Annesi üç yıl önce öldüğünde Ufuk ona Umut’u bulacağına dair söz vermiş ve kardeşinin peşine düşmüştü.

Bulmuştu da. Başarmıştı. Ama bulduğu şey sadece kardeşi olmamıştı. Babasının ani zenginliğinin korkunç gerçeğiyle de yüzleşmişti.

Umut ne evden kaçmış, ne de kaybolmuştu. Umut evden babası tarafından çıkarılmış ve hiç tanımadığı adamlara satılmıştı.

Hepimiz, her birimiz bu kirli dünyanın piyonlarıyız. Kurulu düzen her an bizden birini kimliğimize bakmaksızın feda edebilir. İnfazlar, yaşadığımız her saniye olurken, sıradakinin kendimiz ya da yanımızdaki olmayacağını bilemeyiz.

Umutla doğum yaptığım günden dört gün sonra buluştum. Bana babasının onu nasıl sattığını, neler yaşadığını anlatırken kanım dondu.

Kirli dünyanın en güzel örneğiydi Umut. Öz babası tarafından satılan masum çocuk, karanlık bir adama dönüştürülmüştü. Küçücük bedeninin yaşadıklarına katlanabilmek için büyümüş, kendini korumak için karanlığa bürünmüştü.

Nihayetinde onun da Harun’lardan pek farkı kalmamıştı. Zaten Ufuk’u onlara götüren Umut olmuştu.

Ufuk, Harun tarafından vurulduğunda ağabeyini kanlar içinde bulmuş ve kendi doktorlarının olduğu yere götürmüştü. Sonrasında beni götürdüğü yer de orasıydı. Umut için çalışan doktorlar vardı, cebleri doluyor ve karşılığında sessizce işlerini yapıyorlardı.

Ağabeyini kurtarmayı başarmıştı başarmasına ama bir şeylerin ters gittiği belliydi. Ufuk sık sık bayılıyor, bir anda her şeyi unutabiliyordu. Fakat unutmadığı bir şey, ufacık bir ayrıntı vardı; ne olursa olsun silinmiyor, belleğinden yok olmuyordu. O da bendim.

Böylece Umut benim peşime düşmüştü. Ağabeyinin aklını ve sağlığını geri getirebilirim sanmıştı. Bu yüzden Ufuk’u, arkadaşımın profesörüne götürmüş ve arkadaşımdan dosyayı bana iletmesini istemişti.

Zaten ben her zaman tesadüf diye bir şeyin olmadığını savunmuştum. Ufuk’un o hastahaneye gitmesinin de tesadüf olmadığını tahmin etmeliydim.

Başlarda her şey Umut’un planladığı gibi gitmişti. Ufuk yanımda mutlu ve tamdı. Hafızasında kayma yaşanmıyordu. Biz her buluştuğumuzda Umut’ta bizi izliyordu. Ağabeyi benim yanımdan onun yanına gittiğinde birkaç dakika daha aynı halde kalıyor sonra bizim hiç ayrılmadığımızı savunmaya başlıyordu.

Umut, Ufuk’un benimle Serhan’ı ayırma planları yaptığını anlar anlamaz bizim görüşmemize engel olmaya çalışmış. Ama işler, karnımdaki bebeğin babası olduğunu iddia ederek, sinir krizleri geçirmeye başlamasına kadar gitmiş. Doktorlar ilaçlardan iğnelere geçiş yaparken zamanının azaldığını dile getiriyorlarmış.

Ufuk’un beynindeki hatıralar birer birer solarken, ona ufak oyunlar oynuyormuş. Bu da onun gerçek ve hayali ayırt edememesine yol açıyormuş. Ufuk yavaş ve sancılı bir şekilde ölürken, bir akşam aklı yerinde olduğu vakit Umut’a yalvarmış. Ondan, kendisini öldürmesini istemiş. Acı çekerek, kıvranarak ölmektense tek seferde mutlu ölmeyi istiyormuş. Benim yanımda, aklı oyun oynamadığı bir anda…

Umut bu isteğe ne kadar dirense de nihayetinde pes etmiş. Çünkü, Ufuk kendi ve benim için bir kiralık katil tutma arayışındaymış. Beni, onun olmadığı bir dünya da Serhan’la bırakma fikrindense, onunla ölmemi istiyormuş. Bunun için planlar yapıp, katil aramış.

Umut tüm bunları anlatırken, Ufuk’un yaptığı planları da önüme serdi. Her şey gözlerimin önündeydi.

Böylece Umut, beni ve bebeğimi kurtarmak için, kendi ağabeyini ölümün kollarına erken yollamayı seçmiş.

Sadece Ufuk’u vursa, orada yaygara kopartacağımı bildiği için beni de vurmak zorunda kalmış. Bacağımdaki iz, ufak bir sıyrıktan kalma. Mermi bacağıma saplanmamış, sıyırmış.

Evet, Ufuk ölmüş. İçimde koca bir boşluk bırakarak gitmiş.

Umut cenazede babasıyla yüzleşmiş ve bu yüzleşme benim dahi hayatımı etkileyivermişti.

“Tek bir şey,” dedi Serhan. “Bugün ya da yarın ve yahut gelecekte bir gün, senden vazgeçmem için tek bir şey gerekir: Beni gerçekten sevmez ve istemezsen. Başka hiç bir şey seni benden alamaz!” dedikten sonra birkaç saniye sessizce bekledi. “Şimdi gözlerime bak ve gerçeği söyle. Çünkü dilin ne derse desin ben gözlerinde bana duyduğun aşkı göreceğim.”

Gözlerimi yumarak derin bir iç çektim. Söyleyeceğim cümleyi birkaç kez tarttım.

“Sorun ne, Eylül?”

Yavaşça açtım gözlerimi, “Dünyanın en zengin adamlarından birinin oğlunu öldürmekle suçlansaydın, ne yapardın?” diye sordum. “Bizi korumak için, bizden vazgeçer miydin?”…

Bölüm 36 : Kayıp Çocuk yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 37 : Sakinliğe Doğru

$
0
0

“Dünyanın en zengin adamlarından birinin oğlunu öldürmekle suçlansaydın, ne yapardın? Bizi korumak için, bizden vazgeçer miydin?”

Serhan soruma hiçbir cevap vermedi. Yalnızca beni kollarına aldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamama izin verdi. Sonrasında onsuz neden yaşamak istemediğimi hem kalbime hem de ruhuma hatırlattı.

Sessizce Ufuk’un öldüğünü söyledim. Babası ölümünden beni sorumlu tutuyordu. Umut’a yaptıklarını reddediyor, onu tanımadığını söylüyordu. Oğlu Umut küçük yaşta ölmüş olmalıydı. Oğlu olduğunu iddia eden bu densiz, ondan para koparmaya çalışan yalancının tekiydi.

Serhan’a mahkemeden ve vurulduğumdan bahsetmeksizin olan biteni anlattım. Her zaman ki sükûnetini koruyarak beni dinledikten sonra Umut’la tanışmak istediğini söyledi. Böylece ertesi gün beni oğlumla birlikte anneme bırakıp, Umut’la buluşmaya gitti.

Geri gelmesini yüreğim ağzımda beklerken, herhangi bir öngörü görmemek için yalvardım.

Ufuk’un babası korkunç bir adamdı. Kendi oğlundan vazgeçebilen, paradan başka bir şeye değer vermeyen alçak biriydi. Beni tek sözüyle harcatabilir, ömrümün sonuna dek içeride kalmamı sağlayabilirdi. Göründüğünden çok daha zengin ve ürkütücüydü. Ufuk, kendince kötülerle mücadele ederken, babası kainatı sallamıştı.

Derinden bir hasret duydum, omzumda garip bir ürperti belirdi. Ufuk’u özlemiş, varlığını yanımda hissetmiştim. Onunla yaşanılan tüm şeylere rağmen, geçmişte sık sık dostluğunun hasretini çekmiştim, sanırım gelecekte de farklı olmayacaktı.

Oğlumun mavi gözlerine bakarken geleceğin onun için mutlu olmasını diledim. Babası gibi bir adam olmasını istedim. Ona sıkıca sarıldım ve daima yanında olacağımı fısıldadım.

Gözkapaklarım titreyen loş ışıkta aralandığında, Serhan elini başının altına koymuş beni izliyordu. Yüzünde ona aşık olduğumda gördüğüm tebessümü vardı. Eğilip öptü ve, “Bitti,” diye fısıldadı. Anlamayarak gözlerimi kırpıştırdım.

“Bir süre maceraya atılmak yok,” dedi elini saçlarımda gezdirirken. “Ben Almanya’ya dönene kadar geniş ailemizle birlikte sakin bir hayat geçireceğiz. Sonrasında yeni bir ülkeye giderek zaten bambaşka bir maceraya atılacaksın. Ama lütfen, benim yanımda yaşamaya başlayana kadar adrenalinden ve beladan uzak dur.”

Şaşkınca ona baktım. Gülümseyerek, “Anlaşıldı mı?” diye sordu. Cevap alamayınca ayağa kalkıp elini uzattı. “Herkes mutfakta bizi bekliyor.”

Annemin evindeydik, Serhan’ı beklerken uyuya kalmıştım. Uzattığı eli tutmadan önce, cevabını alamayacağımı bilerek, “Umut’la ne konuştun?” diye sordum.

Omuzlarını silkti.

Ayağa kalktığımda bana sıkıca sarıldı. Kalbi her zamanki ritmiyle atıyor, içimi ısıtıyordu. “Bir daha,” diye fısıldadı kulağıma. “Bir daha sakın ayrılmaktan söz etme.” Yüzümü avuçları arasına aldı. “En geç baharda yanımda olacaksınız. Birlikte olacağız, sevgilim. Sen ben ve oğlumuz. Bundan sonra ayrılığın hiçbir türlüsünü yaşamayacağız.”


Mutfağa girdiğimizi görür görmez annem çorbayı tabaklara koymaya başladı. Herkes gelmişti. Çocuklar ve babam, Murat’ın başına üşüşmüş onunla konuşuyordu. İçimde buruk bir mutlulukla onlara baktım. Serhan’la gidersem bu mutlu tablo silinecekti. Onlara bunu nasıl yapabilirdim? Oğlumun ailemin yanında, kalabalıkta, mutlu bir çocuk olarak büyümesini istiyordum. Ama babası yanında olmadan mutlu olur muydu? Kalabalığın içinde yalnız mı hissederdi?

Serhan’a baktım, yüzünde kocaman bir tebessümle çocukların arasına karıştı. Burada kalarak onu oğlundan ayırabilir miydim? Bu zulümden başka bir şey değildi. Baba oğlu ayıramazdım. Serhan mükemmel bir baba olacaktı, tabii ben buna set vurmazsam…

Bir aileme bir de Serhan’a bakıp durduğum sırada ablam gelip kolunu belime doladı. “Artık bir anne olduğuna göre aklınla karar almayı bırakmalısın, biraz kalbini dinle. Kalbine ve Serhan’a bir şans ver.”

“Nasıl yapıyorsun bunu?”

“Neyi?”

“Kararsız kaldığım anları nasıl biliyorsun?”

İç çekerek, benim elimi kendi kalbine, kendi elini benim kalbime koydu. “Seni ben büyüttüm, unuttun mu?” diyerek gülümsedi. Fakat yeşil gözlerinin saklayamadığı hüzün şeffaf bir tabaka halinde kirpiğine dokunmuştu.

Onlar olmadan; annem, babam, ablamlar ve çocuklar olmadan başka bir ülke de mutlu olabilir miydim? Sadece sevdiğim adam ve oğlum, kalabalığın içinde büyümüş bir kadın olan bana yeter miydi?

Annem, “Hadi herkes masaya,” deyince; ablam, “Nerede olursan ol, biz hep buradayız,” diyerek elini kalbimden çekti ve masaya geçmem için göz kırparak geri çekildi.


O gece eve geçtiğimizde Serhan’la uzun uzun konuştuk ve bir anlaşma yaptık. Serhan, bizim her istediğimizde İstanbul’a gelmemizi kabul etmiş; ben de onunla Almanya’da yaşamaya ikna olmuştum. Ve bu süreçte başımı belaya sokmamak için söz verdim…

Bölüm 37 : Sakinliğe Doğru yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 38 : Dostluklar

$
0
0

Anne olduğunuzda tuvaletten kaç saniyede çıkmanız gerektiğine kadar her şeyi hesaplıyorsunuz. Öyle ağır duygular içine giriyorsunuz ki daha önceden kafanıza taktığınız her şey koca bir saçmalıktan ibaret geliyor. Önceden dünya ayaklarınızın altında seriliyken, anne olduğunuzda koca kainat bebeğiniz oluyor.

En önemlisi karar aşamaları. Hayatınız iki evreye ayrılıyor. Anne olmadan önce ve anne olunca diye. Öncesinde karar vermek çekirdek çitlemek gibidir. Çekirdeği dişlerinizin arasına koyuyorsunuz, içeriği önemli değil, acı da çıksa yutuyorsunuz. Fakat anne olunca karar vermek… İşte en zoru bu. Kendinizden önce bebeğinizi düşünüyorsunuz.

Yaşadığınız yerin bir adı yok. Şehirlerin ismi önemli değil. Çünkü siz zaten bebeğinizin adında yaşıyorsunuz.

Her düşüncenizin ilk kelimesi bebeğinizin adı olunca, yaşam şartlarınızı ona göre düzenliyorsunuz. Artık kafanıza buyruk, deli dolu, ölümcül olamıyorsunuz. İlk gayeniz bebeğiniz için yaşamak. Çünkü yokluğunuzda kimse sizin verdiğinizi ona veremeyecek.

Ben de bu yüzden Serhan’ı dinledim ve maceradan uzak durdum. Hayatımı riske atacak hiçbir adıma ayağımı kaldırmadım.

Serhan döndükten sonra annemin yoğun ısrarına rağmen oğlumla birlikte evimizde kaldık. Hafta sonları en büyük yeğenim benimle kalıyor. Gerçi Murat öyle uysal ve bakımı kolay bir bebek ki yardıma ihtiyaç duymuyorum.

Onu hayatıma kattım ve dolu dizgin yaşamaya devam ettim.

Sabahları yine yürüdüm. Oğlumu arabasına yatırdım ve düzenimin içine kattım. Eve gelince kitabımı elime alıp ona da okudum. Uyuduğu anlar da ise bilgisayarımın başına geçip yazımı yazdım.

Ben klasik bir anne olmamak için, oğlumun hayatına kendimi değil; kendi hayatıma oğlumu ekledim.

Bebeğimle kırk uçurtmamızı aile içinde yaptık. Annem bebek mevlütü yapmak istedi, şiddetle karşı çıktım. Düğünden sonra ayrı yaşadık diye hakkımızda atıp tutan o bencil çevreyi bebeğimden uzak tutacaktım. Annem mevlüt konusunda ısrar edince devreye Serhan girdi ve konu kapandı.


Annem çevresine sözleneceğimizi ilk söylediğinde, arkadaşının kızı yüzsüzce beni aradı ve tam olarak şunları dedi: “Serhan’la sözlenecekmişsiniz, iyi düşündün mü? Ya da Serhan’ın bundan haberi var mı?”
(Ah, zavallım, herhalde bizi annemlerin araya girmesiyle, görücü usulü evleniyoruz sanıyordu.)
“Az önce duyunca hemen aramak istedim, çünkü Almanya’da yaşayan yakışıklı biriyle evlenmek istemen çok saçma geldi. Yani bilmiyorum hiç aynaya baktın mı ama o çocuk seni aldatır bak. Sonradan pişman olma.”

Evet.. Bunları söyleyen kişi için bir sıfat belirtmeyeceğim. Annesi hem annemin hem de kayınvalidemin arkadaşı olduğu için otomatik olarak beni ve Serhan’ı tanıyordu. O gün anneme, “bu kız ne evimize ayak basabilir ne de özel günlerimize!” dedim. Gelin görün ki talih onun yüzünü bir daha bana göstermedi. Çok istemesine ve annemin de mecburiyetten düğün davetiyemizi göndermesine rağmen düğüne gelemedi. Üzüldük mü? Ah, hayır. Herkes kendi çöplüğüne!

Şimdi annemin o dedikodu kazanı olan çevresinden kimseyi oğluma yanaştırmaya niyetim yoktu. Ailem ve dostlarım zaten yanımdaydı.


Mehtap’ın dışında, çok sevdiğim iki arkadaşım var. Onlarla 2013 yılında gördüğüm bir rüya ya da öngörü sayesinde tanıştım.

O sene sürekli rüyamda kuzenimin beni bir apartmanda Arapça dersine götürdüğünü görüyordum. Gittiğim kursta iki kızla tanışıp duruyordum. Uyandığımda kendime, “Arapça mı? Ciddi olamazsın, Eylül!” diyordum.

Arapça’ya hiçbir şekilde ilgim ve alakam yoktu. Aynı rüyayı defalarca görünce kuzenime bahsettim. Bana bir süredir Arapça lisan dersi aldığını söyledi ve beni misafir olarak götürdü. Daha içeriye adımımı atar atmaz rüyamdaki ortamı tanıyıverdim ama gördüğüm o iki kız orada değildi.

Ortamı ve hocaları çok sevince kaydımı yaptırdım. Kuzenim hafta içi her gün gidiyordu. Ben o kadar fazla gidemezdim. Bu yüzden haftanın bir günü olan sınıfı seçtim.

İlk ders günüm geldiğinde ve sınıftan içeri girdiğimde yüzünde kocaman bir tebessüm olan o kızı görüp yanına oturdum. “Selam,” dedi içten bir sesle. “Ben Sema.”

Buz gibi olmuş, konuşamamıştım. Ne Sema’ya ne de hocaya adımı söyleyemedim. Sonra kapı tıklandı ve geç kaldığı için özür dileyen öteki kız geldi, hemen önüme oturdu. Onun da adı Elif’ti.

Bunlar onlardı. Rüyamda gördüğüm ve bugün hala yanımda olan o iki kız.

Derslere fazla devam edemedim. Sürekli devamsızlık yapıyordum. Hatta Elif’le birlikte defalarca dersi kırmışlığımız bile oldu. O kursun amacı üçümüzü bir araya getirmekti ve bir süre sonra üçümüz de dersleri bıraktık.

Sema evli, Elif’te benim gibi evlilik karşıtıydı. Gerçi ben evlenip anne oldum ama Elif hala bekar.

Hayat size üç tane dost sunuyorsa, fazlasını istemeyin. Üç güzeldir.

Oğlum iki aylık olmuştu. Sema ve Elif’le buluşmak için evden çıktım. Sema’nın da bir buçuk yaşında bir kızı var. “Benim evde rahat rahat oturalım mı?” dedi, biz de iki çocukla rezil olmamak için kabul ettik.

Önce Elif’le buluştuk. Birlikte Sema’nın evine giden o dik yokuşu indik.

Murat, Sema’yı ve Elif’i seviyordu. Hastanede ilk gün yanıma gelmiş, Murat’a o içten gülümseyişleriyle merhaba demişlerdi. Oğlumun kimi sevip sevmeyeceğini daha o an anlamıştım.

Bebek arabasını apartmanın giriş katında bırakıp üst kata çıktık. Sema kapıyı açar açmaz mis gibi kokular apartmana yayıldı. Sema bizi şişmanlatmak için yıllardır elinden geleni yapar ve olan yine bana ve Elif’e olur. Onun evinden çıkınca yediklerimizi yakmak için yürüyüş yaparız.

Hamilelik sürecinde toplamda 10 kilo aldım ve şuan sadece 4 kilom kaldı. Ne hamileyken ne de doğumdan sonra yürümeyi bırakmadım. Tüm günü yatakta geçirme fikri zaten delirtecek kadar korkunçtu.

Sütüm olsun diye gereksiz şeyler yemiyorum. Su içiyorum. Tekrardan söylüyorum, hayattaki en büyük şansım ablalarım ve ikisinin toplamda beş çocuğu olması. Ayrıca beş çocuğun huyu da farklı, çocuklar hakkında gerekli gereksiz bir ton şey biliyorum.

Kendimi yeme konusunda frenlemekte ne kadar başarılıysam, Sema’nın yaptıklarını yememe konusunda da o kadar başarısızım.

Elif’e, yine fazladan iki saat yürüyeceğiz, bakışı atınca oğlumu gösterdi. Kahkaha atarak omuz silktim. “Sema teyzesi bakar,” diyerek masadaki yerime geçtim.

“Bakarım tabi,” dedi Sema. “Şu bal surata kim bakmaz!”

Murat pusetinin içinde, Sema’nın kızı Betül’e sırıtarak bakıyordu.

Masada ne varsa silip süpürdükten sonra üstüne de Türk kahvesi içtik ve koltuklara yayıldık.

Murat’ı emzirip uyutmuştum ki Serhan aradı. Sesi mutluluktan gökyüzüne çıkmışta rüzgardan yayılıyor gibi geliyordu. Ama ondaki mutluluk beni anında ürpertti.

“Sana demiştim, bitti, hayatım, bitti! Vizeniz az önce geldi. Bilet bakıyorum şuan ama tarihini sen seç istiyorum,” dedi Serhan.

Bir şey söyleyemeden merakla beni izleyen arkadaşlarıma baktım. Yüzümün renginin attığının farkındaydım. Onlar da en az benim kadar dehşete düşmüştü.

“Tamam,” diye geveledim. “Seni birazdan arayayım mı?”

“Seni çok seviyorum, unutma.”

“Hı hı,” diyerek başımı salladım, sanki Serhan görebilecekmiş gibi.

Telefonu kapattığımda Sema soru sormaksızın bana sarıldı. “Neden hep benim evimde,” diye sitem etti.

Ne söylemek istediğini anlamıştım.

Yıllar önce Serhan evlenmek istediğini ilk dile getirdiğinin saatler öncesi onunla kavga etmiş ve Sema’ya gelmiştim. Ciğerim sökülürcesine ağlayarak Serhan’ı terk edeceğimi söylemiştim. Ardından Serhan aramış ve, “Anneme söyledim,” demişti. “Anneni arayıp seni isteyecek.”

Sema o gün de telefonu kapattığımda bana sıkıca sarılmıştı. Ama o zaman Serhan’ı haklı görerek evliliğe beni ikna etmişti. Zaten hemen arkasından Serhan’ın masallarla yarışan evlilik teklifi gelmişti.

Sema yanaklarımı öpüp, “Oğlunu babasıyla büyütmen gerekiyordu zaten,” dedi. “Biz hep buradayız.”

Serhan sözünü tutmuştu. Takvim 11 Mart olmuş, baharla vizemi almıştı…

Bölüm 38 : Dostluklar yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Viewing all 779 articles
Browse latest View live