Quantcast
Channel: Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri
Viewing all 779 articles
Browse latest View live

MAVİ KIŞ ~ Bölüm 1

$
0
0

~AŞKIN MAVİ, KIŞIN SICAK TONU~

Nikâh Memurunun, “Siz Eylül Akca, Serhan Gönay’yı kocalığa kabul ediyor musunuz?” sorusuna haykırarak cevap vermek istiyordum. Fakat dudaklarımın arasından çıkan “evet,” de ne bir mutluluk ne de kendinden eminlik vardı. Aksine duraklamış ve kekelemiştim. O an hissettiğim şey mutluluktan çok uzaktı. Bir ön görüm olmuştu ve o an birkaç ay sonra tek başıma kalacağımı anlamıştım. Gördüğüm şey, gelinliğimin eteğini toplayarak kaçmama sebep olacak kadar beni ürkütmüştü. Ama yapabildiğim tek şey, “e..e.. evet,” diye kekelemek olmuştu.


Şimdi gelelim asıl soruya. Niye ayrıyız biliyor musunuz? Çünkü düğün tarihimizi bize bırakmadılar. Şu “millet ne der?” faktörü var ya hani, birçok ailenin evine yangın düşürdüğü gibi bizim hayatımıza da düşürdü. Ee, üç yıl sözlü kalınca otomatikman başlıyorlar konuşmaya. Her ağzı olan konuşabileceğini sanıyor tabi!

Aileler bir karar verdi, bizde darağacına yürüdük. Çünkü ailelerimiz, biz ölünce milletin sesini keseceğini sandı. Kesmediler.

Evdeki hesap çarşıya uysaydı eğer kocam yurt dışındaki hayatını dondurup buraya, İstanbul’a gelecekti. Bu yüzden düğünden sonra yaşadığım evi, alıp düzdük. Ama çarşıya çıkınca hesap değişti. İşlerini halledip gelemedi. Benim yanına gitmem için de dünya kadar prosedür gerekti. İstenilen düğün tarihine ne yazık ki hiçbiri yetişmedi. Biz de saçma düğün yumağından kurtulabilmek için boyunlarımızı giyotinin altına soktuk. İnanın abartmıyorum. O günlerde yaşadığınız şeyler bir dizi saçmalıktan ibaret. Bu yüzden kurtulabilmek için ayrı yaşamayı kabul ettik. Fakat bu ayrılığın birkaç ay süreceğini sanıyorduk. Birkaç aya işlemleri yapar ve yurt dışındaki hayatımızı kurabiliriz sanıyorduk. Olmadı.

İlk başlarda evimde yalnız kalmamı kimse istemedi. Bir süre arkadaşlarım geldi. Bu süre zarfında da kimin gerçek dost kimin pinokyo olduğunu öğrenmiş oldum. Düğünden sonra birçok insan sildim anlayacağınız. Şimdi koca insan topluluğundan geriye üç arkadaşım var.

Arkadaşlarla ayrı eve çıkma hayalimizde böylece gerçekleşmiş oldu. Pek eğlenceli değil, benden söylemesi.

Sonrasında baktım olmuyor. “Başarmalısın,” dedim kendime. “Bu ev senin, bu senin yeni yalnız hayatınsa tek başına kalmalısın,” dedim. Ve kaldım.

İtiraf etmeliyim ki, ilk günler korktum. Her seste zıplıyor, evin içinde biri var mı diye tüm evi geziyordum. Sonra eve alarm ve kamera sistemi yaptırdık. Korktuğum an telefonumdan evin kamerasına bağlanıyor ve evin dış çevresini inceliyordum.

Çocukluğumdan beri yenemediğim bir uyku problemim var. Şimdi o problemi alın ve kocaman bir evde tek başına uyumaya çalışan birine ekleyin. Sadece uyku problemi olsa yine iyi, kabuslar da cabası. Bir de lanetmişçesine günlerce aynı kabus… Bir süre sonra sevdiğiniz adamın öleceğine emin oluyorsunuz. Kavuşamadan ve siz onu son kez göremeden ölecek… Aranızdaki ulusal sorunlar yüzünden son kez dahi göremeyeceksiniz…

Öyle zamanlar oluyor ki, mesajlaşamıyoruz bile. Aramızda yalnızca iki saat var ama biz gece gündüzmüş gibi yaşıyoruz. Hayatlarımız o kadar yoğun ki, birbirimize varlığımızı hatırlatamıyoruz. Sahi, nasıl aşık olacak vakti bulmuştuk?!

Onun bana olan aşkından şüphe etsem, asla hayatında durmaya devam etmem. Ama hiçbir kuşkum yok. Onun bana olan aşkından sonuna dek eminim. Aksine, zaman zaman kendi duygularımdan emin olamıyorum. Bazen öyle uzun ayrı kalıyor ve konuşamadan vakit geçiriyoruz ki, varlığından dahi şüpheleniyorum. Hele bir de parmağıma alyansımızı takmayı unutacak kadar uzak kaldıysak… İşte öyle günler de eski adrenalin dolu hayatımı özlüyorum.

Size bir sır vereyim mi? Öyle günlerimde kendimden korkuyorum. Hayatıma, hayatına, hayatımıza zarar veririm diye. Çünkü bunu yaparım. Beni, aklımı kaçırtacak cümlelerle on dakika baş başa bırakın yeter. Ve ben o cümlelerle aynı evde yaşıyorum. Hala neden bir şey yapmadım mı? Bunu size en başta açıkladım…

MAVİ KIŞ ~ Bölüm 1 yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.


Bölüm 2 : Yalnız, Başarısız, Şanssız ve Lanetli

$
0
0

Aslında canıma tak ettiren bir an oldu. Gözlerine baktım ve ayrılmak istediğimi söyledim. Bunu ona yalnızca bir kez yaptım. Ve o da sonuncu oldu.

Gözlerimde ne derece bir kararlılık vardı bilmiyorum. Onun o aşık olduğum okyanus mavisi gözlerine bakıp, “zaten ayrı yaşıyoruz, bu gidişte kavuşamayacağız, niye evliyiz ki?” dedim.

Direk beni susturdu, “yüzüğü atmayı mı istedin?” dedi. Kararı almış olduğumu fark mı etmemişti, yoksa geçiştirmek mi istemişti… Başımı belli belirsiz sallayıp, “ayrılalım,” dedim. Bana dediği tek şey, “sensiz yaşamayı düşünmüyorum,” oldu.

Beni etkileyen söylediği cümleden ziyade, gözlerindeki ve sesindeki ifadeydi. Çünkü cümleler duygu yüklemesi olmaksızın kurulabilir ama duygu gözle ifade edilir. O an içimden sorduğum tek soru, “ya sen?” oldu. “Ya sen onsuz yaşamayı düşünüyor musun?” Oysaki bunu defalarca düşünmüştüm. “Zaten tek başıma yaşıyorum, hani nerde?” diyordum. İşte o gün, sorumun cevabını aldım. Kalbimdeydi. Bedenlerimizin arasına kilometreler giriyor olsa da, her daim kalbimde ve benimleydi. Ben de aynı şekilde onunlaydım. Eline geçen her fırsatta yanıma geliyor, her saniyeyi benimle geçirmeye çalışıyordu. Bazen, “o sana fazla, hak etmiyorsun onu,” bile diyorum kendime. Ama yaşadığım o duygu iniş çıkışlarını, benimle aynı şeyleri yaşamayanlar bilemez. Ben de tam olarak bu sebepten ötürü yazıyorum.

Var olup da yokluğu bambaşka bir yaşayış. Var olan birini seviyorsunuz, onunla evlisiniz
ama gecenin sonunda koca yatakta tek başınasınız. Ya da içinizde bir yer çok acıyor ve size sarılabilecek iki koldan başkası yok, kendi bedeninize kendi kollarınızla sarılmak zorundasınız. İşte o an, öteki iki kolun yokluğuna öyle çok öfkeleniyorsunuz ki, kendi kendime tüm hayatım boyu yeterim diyorsunuz. Ama sonra çıkıp geliyor ve size sarıldığı an tüm söyledikleriniz devrile devrile hayatınızın o sahnesinden aşağı düşüyorlar.

Onunla bu konuşmayı yaptıktan birkaç gün sonra koca yatakta yeniden tek başıma oturup, kapının dışından ses geliyor mu diye dinlerken… Elim gayri ihtiyari kasığıma gitti. Birden imkansız bir hisse kapıldım. Hamile olabilir miydim? Ah, hayır. Bu imkansızdı. Bu konu ikimiz içinde

kesinlikle kırmızı çizgiydi. Otuzdan önce anne baba olmaya niyetimiz yoktu. Hatta ben hayatımın hiçbir yaşında anne olmayı istemiyordum. Çocuk, kısa boylu bir canavardan başka bir şey değildi. Hayatını elinden alan, özgürlüğünü yok eden… Evlenmeden önce oturup bir anlaşma yaptık. Ben hazır hissedene kadar, (ki bu bir ömür sürebilirdi) çocuk falan yapmayacaktık. O da zaten baba olma hevesinde değildi. Böylece dünyayı gezmeden, hayallerimizi yaşamadan ebeveyn olmamaya karar verdik.

Kendimi bildim bileli yazıyorum. Hayat bir kağıtsa ben de kağıdın üstünde gezinen kalemim. Günün birinde romanları beğenilerek okunan bir yazar olmayı istiyorum. Bunun için eğitimler aldım. Çalıştım, çok çalıştım ve hala çalışıyorum. Durmadan okuyor, yazmadan durmuyorum. Öte yandan fotoğrafçılık eğitimi alıyorum. Fotoğraf makinelerine olan ilgim, yaşım arttıkça mesleki ilgiye döndü. Ben lise mezunuyum. Üniversiteye gidemedim. Kazanamadığımdan değil… Başka sebepleri vardı. Hayatımın o dönemi korkunç denecek kadar karmaşık. Ama eğer okusaydım, bugün bambaşka bir hayatım olabilirdi, hatta belki ölmüş bile olabilirdim. Aslında bir nevi, üniversite hayatı ve sonrası, benim darağacımdı. Ben de yaşamayı seçtim.

Anlayacağınız, hamile kalmam demek, zaten karmaşık olan hayatımın kördüğüm olması demek. Kim, kocasından ayrı ve başarısızlıklar içinde yüzerken anne olmak ister ki zaten?!

Başarısızdım… Hiçbir yayınevi kitabımı basmak istemiyordu. Şanssızdım… Yazarlık eğitimim için başvurduğum her yerden büyük olaylarla ayrılmıştım. En sonuncu eğitmenim bana asılınca… Eğitimcilerin canı cehenneme dedim! Lanetliydim… Elimi attığım her şey ya bana ya kendine zarar veriyordu. Anlayacağınız, ben bir annenin olmaması gereken her şeyim. Yalnız, başarısız, şanssız ve lanetli…

Bölüm 2 : Yalnız, Başarısız, Şanssız ve Lanetli yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 3 : Rüyanın Öteki Yüzü

$
0
0

Bacağımın arasından sızan kan yatağı batırmasın diye hızla tuvalete koştum. Nihayet günüm geçtikten bir hafta sonra regl olabilmiştim. Ama kasığımda her ay olan o korkunç ağrının izi yoktu.

Üstümü değiştirdikten sonra yatağa geri döndüm. Serhan’ın kokusunun sindiği yastığı göğsümün arasına alarak kokusunu içime çektim. O bu dünya üstünde en güzel kokan adamdı. Onun gözlerinden sonra kokusuna aşık olmuştum. En çileden çıktığım anlarımda dahi kokusuyla sakinleşebiliyorum. O yüzden o gittikten sonra yatağın çarşafını ve yastık kılıflarını değiştirmiyorum. Hatta pijaması yastığın altında duruyor. Gece uykuya dalamadığım zaman çıkarıp sarılıyorum. Bir süre sonra kokusuyla uykuya dalıyorum.

Ne gördüğümü hatırlayamadığım rüyanın beni mutlu uyandırmış olması, regl olduğumu o an için unutturmuştu. Ta ki tuvalete girdiğimde… Kanamam devam etmemiş, kesilmişti. Her yerimin gerildiğini hissettim. Gözlerimi kapatırsam yeni bir öngörüm olur diye korktum. Elimi yüzümü yıkadım ve sabah ritüelim için mutfağa gidip su ısıtıcısını çalıştırdım.

Her sabah önce ılık bir su içer, sonrasında kahve ve kuru meyve koyar yanında da kitabımı okurum. Kahvem bittiğinde spor ayakkabılarımı giyerek sabah yürüyüşümü yaparım. Bu ritüelin dışına çıktığımda çekilmesi çok da hoş olmayan birine dönüşüveriyorum. O yüzden Serhan varken bile yataktan erkenden çıkar yürüyüşümü tamamladıktan sonra sessizce yatağa dönerim. Günün geri kalanında ve takip eden birkaç gün boyu kanamam geri dönmedi.

Birkaç gün sonra bilgisayar başında romanımı yazarken, geçen gün hatırlayamadığım rüyayı hatırladım. Neden mutlu uyandığımı ve rüyamda tam olarak ne hissettiğimi.. her şeyi.

Rüyamda hamileydim. Elim sürekli kasığımdaydı ve her onu hissettiğimde içim daha önce hissetmediğim o tuhaf mutlulukla doluyordu. Üstelik bir erkek olduğunu da biliyordum. Karnım yoktu ama bebeğin cinsiyeti dahi belli olmuştu. Bedeni zayıf ve ruhu güçlü bir hamileydim rüyamda, tüm kadınların en büyük hayali olsa gerek.

Fakat rüyamda bir eksiklik vardı. Mutluydum, başarmış hissediyordum, her şey yolundaydı ama Serhan yoktu. Ben başarılı, şanslı, laneti kırmış ama yalnız bir anneydim.

Kalbim ani bir sancıyla burkuldu. Bu imkansızdı! Bilgisayarımı kapatıp ayaklandım. Sağlıklı düşünemiyordum. Mutfağa gidip kahve için su koydum. Kafeine ihtiyacım vardı. Ben bir kafein bağımlısıyım.

Günün geri kalanını düşünmemek için kitap okuyarak geçirdim. Fakat akşam elim gayri ihtiyari karnıma gidince… Onu hissettim. Rüyamdaki gibi…

Bölüm 3 : Rüyanın Öteki Yüzü yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 4 : Mantık Hatası

$
0
0

Ertesi gün vakit kaybetmeden eczaneden hamilelik testi aldım. Daha önce bir kez Serhan’la şüpheye düşmüş ve birlikte yapmıştık. Testin negatif çıkacağını bilmemize rağmen içimiz rahat olsun diyeydi, ama şimdi farklıydı. Bu kez testin pozitif çıkacağına inanıyordum.

Testi yapmadan önce kendimi negatif çıkacağına inandırmaya çalıştım. Mantık açısından pozitif çıkması oldukça saçmaydı. Ama kalbim, mantığımla aynı fikirde değildi. Üstelik yıllardır ikisi de uyum içinde yaşamıştı.

Sonucu beklerken tüm vücudum titriyordu. İşin garip kısmı ne çıkmasını istediğimi bilmiyor oluşumdu. İçimde bir his testin pozitif çıkmasını isterken, aklım ona “aptal olma” diye bağırıyordu. “Annelik için uygun zaman mı sence?” diye azarlarken farkında olmadan dudağımı dişliyordum. “Evet, hiç ama hiç uygun değil,” diye fısıldadım.

Derin bir nefes alıp teste ki çizgiye baktım. “Yalnızca tek çizgi,” evet! Mantığım galip geldi derken bir de ne göreyim! İkinci çizgi belirmeye başladı. Boğazıma koca bir taş oturdu. “Bu imkansız…” Şimdi ben Serhan’a ne diyecektim? Kesinlikle istemeyecek ve aldıralım diyecekti. Yapabilir miydim? Onun varlığını rüyamda hissettiğimden beri beni saran mutluluk dalgasını öldürebilir miydim?

“Belki de test yanlış sonuç vermiştir.” Neden olmasın ki? Bu sıkça rastlanan bir şey. Kan değerlerime baktırmadan emin olmamalıydım. Ne kendimi, ne Serhan’ı yanlış bir sonuca sürüklememeliyim.

Bir gün daha beklemeyecektim. Üstümü değiştirdiğim gibi evden çıktım. En yakın hastaneye giderek kan testi yaptırdım.

Testin sonucunu beklediğim süre boyunca, tüm duyguları aynı anda yaşadım. Sanki hepsi birleşmiş ve bana hücum etmişti. Heyecan ve korku bir aradaydı. Zangır zangır titriyordum. Ama öte yanda garip bir mutluluk hissi içindeydim. Ayrıca bağıra bağıra ağlamak istiyordum. Öyle derinden acı duyuyordum ki.. İhtiyacım olan adamın yokluğu beni yaralıyordu. Sonuç çıkmadan aklımı kaybedecek gibiydim.

Sonuç pozitif çıkarsa, yalnız bir anne nasıl olurdum? Başarısızlıklar içinde yüzden, sakar bir anne…

Hangi çocuk benim gibi birinin annesi olmasını ister ki?

Serhan benim gibi değil, yanımızda olsa, mükemmel bir baba olur ama babalığa şu şartlarda ne kadar hazırdır ki? Sonuçta o da ayrı olmamızdan mutlu değil. “Değildir, di mi?” Beynimdeki tüm damarların zonklama sesini duyuyorum.

Anne babası ayrı yaşayan bir bebek ne kadar huzurlu olur? Ya sonuç pozitifse… Ne yaparım o zaman?

“Koca evde tek başına olmaktan kurtulmuş olursun!” diye inledi içimdeki ses. Haklıydı. Bazen duvarlara bakıp, benimle alay ettiklerini duyuyorum. Yakında ya aklımı kaçıracak, ya baba evine geri döneceğim.

Stajyer kız zarfın içindeki sonucu bana uzatırken bir an için, almadan kaçıp gitsem mi diye düşündüysem de titreyen elimi uzatıp zarfı aldım. Eve varana kadar açmama kararı alarak hastaneden ayrıldım.

Geleceğimin bir zarfın içine konmuş olması hem komik hem de ürkütücüydü. Yol boyunca elimi çantamın içindeki zarfta tutmuştum. İstemsizce zarfı okşadığımı fark ettiğimde aslında sonucu baştan beri bildiğimi fark ettim.

Zarfı yırtarak açıp geleceğimin yazılı olduğu kağıdı içinden çıkardım. Önce derin bir nefes aldım, sonra görmeyi beklediğim yazıyı okudum.

Evet, sonuç pozitifti. Dört haftalık hamileydim. Artık yalnız değildim. Tabii bu bebeği aldırmazsam…

Bölüm 4 : Mantık Hatası yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 5 : Beyaz Işık

$
0
0

Günlerce kimseye bebeğimden bahsetmedim. Zarfı ve içindeki kağıdı geri dönüşüm kutusuna atıp kurtuldum. Bu gerçek şimdi yalnızca rahmimdeydi. Fakat kalbime işlemesi uzun sürmedi.

İlk birkaç gün kürtaj yaptırmayı düşündüm. Bunun için doktor araştırdım. Ailemin ve Serhan’ın haberi olmadan ufak bir operasyonla bu beklenmeyen misafirden kurtulmam gerektiğine inandım. Zaten Serhan’a “hamileyim” desem yüreğine iner. O da en az benim kadar istemez ve onun “aldırmalısın” demesi, benim düşüncelerimden daha fazla canımı yakar. Bu yüzden kürtaja karar verirsem, asla bu hamilelikten haberi olmayacak.

Bir haftanın sonunda randevu almayı başardım. Bu bebeği istemiyordum. Serhan yanımda yokken hamilelik sürecini geçiremezdim!

Hastaneye oldukça emin adımlarla girip, yine aynı emin adımlarla da geri çıktım. Yapamadım. Doktorun odasına kadar bile gidemedim.

Bebeğimden vazgeçemezdim. Fakat Serhan öğrenene kadar aileme ya da arkadaşlarıma söylemeyecektim.

Serhan’a bu haberi telefonda vermeyecek, geldiği vakit gözlerine bakarak söyleyecektim. Önceden her şeyi planlamayı seven beynim, haberi nasıl vereceğimin planını da hemencecik yaptı. Serhan, çocuğumuzdan neden vazgeçmememiz gerektiğini gözlerimde görmeliydi. Sonuçta bu ikimizin bebeğiydi, onu tek başıma yapmamıştım, değil mi?…

Bölüm 5 : Beyaz Işık yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 6 : “Benim Bebeğim”

$
0
0

Karnımın geç büyümesi ve bebeğin gelişimi dışında kilo almamak için sağlıklı beslenme programına başladım. Ayrıyeten gündelik hayatımda yaptığım sporuma, doğumu kolaylaştıracak hareketler ekledim. Kendime her zamankinden fazla bakmaya başlamış olmam, ‘kocasından ayrı, yazık, kafayı neye takacağını bilemedi’ düşüncesini ortaya çıkardı. Ee malumunuz, bizim hamile hanımlar spora öncelik vermez, ilk öncelikleri yeme içme ve dır dır etmektir. Ben tipik bir hamile olmamak için ant içtim, tıpkı nişanlandığımızda aptal gelinlerden olmamak için içtiğim ant gibi. Zaten evliliğimizin ilk aylarında da yapılan yeni gelin merasimleri bana yapılmadı. Malum ben acınacak yeni gelindim. Hani şu kocası düğünden yirmi gün sonra giden…

Gün geçtikçe ona daha çok bağlanıyorum. Ve varlığını Serhan bile öğrenmesin istiyorum. ‘O benim’ ve paylaşmak istemiyorum. İçimde büyüyor, onu hissediyorum. Artık bu koca evde yalnız kalmıyorum. Onun içimdeki varlığı bile yalnızlığımı köreltmeye yetti. Bir de kollarımda olsa…
O günü nasıl dört gözle bekliyorum! Onu aldırmayı düşündüğüm günler aklıma geldikçe utanç duyuyorum. Ondan vazgeçmeyi nasıl düşünebilmiştim…

Her kadın anne sıfatıyla yaratılır. Kadının mayası anneliktir. Belki de bu yüzden anne olmayı istememiştim. Çünkü ben daima, alışagelmiş şeyleri reddettim. Bana yapamazsın denilen her şeyi yaptığım gibi, yapacaksın denilen şeylerin de hiçbirini yapmadım. Annelik dışında…


Bebeğimin varlığını öğreneli beş hafta oldu ve o günden sonra bir kez hastaneye gittim. Ultrason çektirip bebeğimin nokta büyüklüğündeki varlığını çerçeveye koydum. Çerçeveyi gün içinde hangi odadaysam oraya taşıyorum. Biri geldiğinde ise çekmece içine…

Dün Serhan haftaya geleceğini söyledi. Buna sevinmeliyim. Hatta havalara uçmalıyım. Ama… Aması var işte. Ona nasıl anlatacağım? Nasıl tepki verecek?..

Omuzlarımı düşürerek iç çektim. Kafamda planladığım şeyi yapabilmek için hazırlanıp dışarı çıktım. Haftaya bebeğimi, babasıyla paylaşmam gerekecek ve babasının da onu istemesi lazım. Ya istemezse?…

Bölüm 6 : “Benim Bebeğim” yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 7 : Tohum

$
0
0

Serhan her şu kapıdan girdiğinde aynı heyecanı hissediyorum. Ayrı kaldığımız zaman zarfında yaşadıklarımızın hiçbir önemi olmuyor. Eve girip beni kolları arasına aldığı an her şeyi arkamızda bırakıyoruz. Bizi biz yapan, güçlü kılan, birlikte olmamızı sağlayan bağ tam olarak bu.

Ertesi sabah Serhan’ı elinden tutarak mutfağa götürdüm. Daha önceden hazırladığım toprak dolu saksıyı masanın üstüne koyarak, dolaptaki içi tohum dolu poşeti çıkardım. Serhan tepkisizce beni izliyordu. Poşeti açtım ve tohumlardan birazını onun avucuna koydum.

“Birlikte çiçek mi ekmek istiyorsun?” diyerek gülümsedi. Gözlerinin içine bakarak başımı salladım. Ve birlikte tohumları saksıya diktik.

Ellerini yeniden tutarak, “Şimdi bu tohum toprağa karışıp filizlenecek. Sonra dünyanın en güzel çiçeği olacak. Çünkü onu biz ektik. Sen ve ben yaptık,” dedim.

Sakince, “Hamile misin?” diye sordu.

Yavaşça başımı salladım. Ellerimdeki ellerini çekip beni kendine bastırarak sarıldı. Bir şey söylemedi, hiç bir şey…

Kulağımı kalbine dayadım, o an duyduğum hissiyat, üzüntü ya da mutluluk değildi. Korkuydu. Ama aynı zamanda yoğun bir inanıştı. Bana inanıyordu, her şeyle tek başıma mücadele edebildiğim gibi bebeğimize bakabileceğime de inanıyordu. Ama çok korkuyordu, tüm hamilelik sürecinde yanımda olamamaktan. Sadece dile getirmiyordu. İnanışını da korkusunu da sessizce yaşıyordu.

Tüm hafta boyunca hiçbir şey söylemedi. yaptığı tek şey normalden daha fazla sarılmaktı. Sanki tüm hücreleriyle yanımda olduğunu hissettirmek istiyordu. Gücüme güç katıyordu.

İki gün sonra birlikte hastaneye gittik. Bebeğimizin kalp atışını dinleyecektik. Serhan duygularını belli etmeyen bir adamdır. Beni istemeye geldikleri gün tuzlu kahvesini içerken yüz şekli nasıl değişmediyse, doktor monitördeki noktayı gösterdiğinde de değişmedi. Fakat gözbebeğine yayılan sevgiyi görmüştüm. Nokta dahi olsa, bebeğimizi anında sevmişti. Babalık en çok ona yakışacaktı. Yanımızda olamasa dahi.

Doktor gülümseyerek bize bakıp, “Kalp atışını duymaya hazır mısınız?” diye sordu. Elim Serhan’ın avcunun içindeydi. Sakince başımızı salladık.

Kulaklarımızdan kalbimize dolan minik pıt pıt seslerini duyar duymaz büyülendim. Ve o an içim yoğun bir korkuyla doldu. Onu kaybetme korkusuyla. “Ya 9 ayı dolduramadan onu kaybedersem?” “Baştan beri onu istemediğim için ya kavuşamazsam?” Sorular birer birer beynimde cirit atarken, Serhan’ın bilinçsizce elimi sıktığını fark ettim.

O da en az benim kadar korkuyordu. Ama onun korkusu yanımızda olamamak, bebeğimizin doğduğunu ve ilk aylarını görememekti.

Yalnız anne olmaktan ben de korkuyordum. Ama başarabileceğimi biliyordum. Artık başarısız olmak yoktu. Hiçbir bebek, başarısız bir anneyi haketmiyordu…

Bölüm 7 : Tohum yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 8 : Yalnız Anne

$
0
0

Bebeğimizin yeni fotoğrafını aldıktan sonra hastaneden ayrıldık.

Eve geldiğimizde bebeğimizin minik fotoğrafını elime alıp, Serhan’a verdim. Onu yanında götürmesini istedim. Alnıma bir öpücük kondurduktan sonra, “Üzgünüm ama bu senin çektiklerinden çok daha güzel bir fotoğraf,” dedi. Bu, bebeğimiz olacağını öğrendiğinden beri söylediği en güzel cümleydi.

Serhan her zaman çektiğim fotoğrafların en iyileri olduğunu savunurdu. Karakteri gereği fotoğrafçılardan hoşlanmayan, düğün çekimimizde bile fotoğrafçımıza öcüymüş gibi bakan bir adam. Buna rağmen, bir fotoğraf aşığına, fotoğraf çekme konusunda eğitim alan birine, ‘bana’ aşıktı ve tanıştığımız günden beri çektiklerimi beğenirdi. Onun gözünde, tüm fotoğrafçılar başarısız, bir ben başarılıydım. Beni ona aşık eden sebeplerden biri de buydu; başarılı olamadığım konularda bile, beni takdir eder ve ne kadar başarılı olduğumu söylerdi. Onun gözünde ben başarıda zirve yapmış, güçlü bir kadındım. Mücadele edemediğim hiçbir şey yoktu. Asla, “başaramadım, başarısız oldum,” dediğimi kabul etmez.

Parmak uçlarıma yükselip onu öptüm. “Fotoğrafı bu kadar güzelse, kendisini düşünemiyorum bile,” diyerek iç çektim.

Başını sallayarak, “Sana benzerse evet, dünyanın en güzel bebeği olur,” dedi. İşte onu sevmem için bir sebep daha.

O an ona söylemedim ama bebeğimizin ona benzemesini istiyorum. Tıpkı babası gibi kocaman mavi gözleri olsun. Sarı saçları, güzel bir gülüşü… Ama her şeyden önemlisi onun gibi mükemmel bir insan olmasını istiyordum. İçi de dışı da babasına benzemeliydi. Aksi halde bana benzeyen bir şeyle nasıl başa çıkarım bilmiyorum. Yaramaz ve asi bir çocuktum ben. Ailem A ise, ben Z idim. Kafamın dikinden başka yol bilmezdim. Hala da değişmiş sayılmam…

Ertesi akşam ailemi yemeğe çağırdık. Bebeğimiz olacağını birlikte söyleyecektik. Çoğu şeyi tek başıma yapmış, çoğu haberi tek başıma vermiştim ama bu birlikte vermemiz gereken bir haberdi.

Yemek bittikten sonra Serhan’la ayağa kalktık ve az sonra ailemin yüzünde belirecek o dehşet verici ifadeyi görebilmek için konuşmaya başladık.

Ölüm gibi bir şeydi… Herkes susup birbirine baktı. Masada annem, babam, ablalarım, eşleri ve çocukları vardı. Biz çekirdek olarak bile kalabalık bir aileyiz. İki ablam var ve “bu dünyada Serhan’dan sonra kim olmadan mutlu olamazsın” derseniz “ablalarım” derim.

İlk tepki büyük eniştemden geldi. Kalktı ve Serhan’ın elini sıkarak tebrik etti. “Zaten aile de yeni bir bebeğe hasret kalmıştı,” diyerek güldü.

Anneme en içten tebessümümle baktım.

Yüzündeki ifadenin neden bu kadar korkunç olduğunu açıklayayım:

Düğünden sonraki süreçte, insanların bana acıyarak “hamile kalırsan ne yaparsın?” gibi aptalca sorularına deliriyor ve aldıracağımı söylüyordum. Ayrı yaşarken bir bebek doğurmam mevzu bahis dahi olamazdı. Annem, “kıyamazsın, deme öyle,” dedikçe, kesin bir kararla aldıracağımı, onun da haberi dahi olmayacağını söyleyebiliyordum.

Şimdi annem, ölüm haberi vermişim gibi bakıyordu. Çünkü henüz doğmamış torununu aldırmamdan korkuyordu. O yüzden ona en içten tebessümümle baktım ve bebeğimizin kalp atışını duyduğumuzu, doğumunun da önümüzdeki kış olacağını anlattım. O an salonumun bile koca bir iç çektiğini işittim.

Sonraki tepki babamdan geldi. Dolan gözlerini saklamaksızın kalkıp bize sarıldı. Aldığımız zorlu karardan dolayı mutluydu ve bizi taktir ediyordu. Kalbinin minnetle dolu olduğunu duyabiliyordum.

Annem ve babam için hiç büyümedim. Onların hala küçük kızlarıyım. İlk korku hissini atlattıktan sonra gururla baktılar bana. Küçük kızlarının anne olduğunun gururuydu bu. Üstelik anneliğin ilk aşamasını yalnız geçirecektim. Annemin ve babamın küçük kızı, artık yalnız anneydi…

Bölüm 8 : Yalnız Anne yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.


Bölüm 9 : Mavi

$
0
0

Sıkıca sarıldım ona. Dünyanın en güzel kokusunu son kez içime çektim. Yani, bir sonraki aya kadar, son kez.

Yüzümü avuçları arasına alıp, boşluk kalmaksızın öpmeye başlayınca kıkırdadım. Aslında bağıra bağıra ağlamak “gitme, n’olur bu kez bırakma beni” demek istiyordum. Ama diyemezdim, ağlayamazdım. Gözlerim dolduğu an onun da gözleri dolardı, dayanamazdım. Her vedamız
bir öncekinden daha çok acıtmasına rağmen, her ay gelsin diye dualar ediyorum. Evet, geliyor, hatta bazen ona gelme diyorum. Bilet parasının oldukça fazla olduğu zamanlar ya da vedamıza dayanamayacağımı bildiğim dönemler.. Ama o yine de 2 gün dahi olsa beni görebilmek için geliyor. Yine gelecek, üstelik artık sadece benim için de değil. O artık oğlumuz için de gelecek. Oğlumuz diyorum, onun erkek olduğunu, onu hissettiğim ilk andan beri biliyorum. O annesini korumak için Yaradan tarafından gönderilen bir lütuf. Babasının yokluğunda bana yoldaş olacak.

İşte bu yüzden, gözleri dolmasın diye, vedamız daha fazla can yakmasın diye ağlamak yerine kıkırdıyorum.

Gece yine koca yatakta tek başımayım. Evet, bebeğim var. Ama yine de Serhan’ın yastığı boş. Bu yokluk genzimi yakıyor.

Siz hiç evlendikten sonra yalnız bir hayat yaşadınız mı? Hayır mı? Öyleyse hisslerimi anlayamazsınız. İnsanların yanında güçlü durmak, mutlu görünmek ve gülümsemek için ne kadar çaba sarf ettiğimi bilemezsiniz. Hele bir de size acıyan bakışlarla baktıklarını görüyorsanız… Kafamı çevirip sahte bir kahkaha atıyorum öyle anlarda. Sanki o an karşımda dünya yansa umrumda olmayacakmış gibi… Halbuki içimdeki dünya kül olmak üzere.

Aşık oluyorsunuz, evleniyorsunuz ve yalnız kalıyorsunuz. Üstüne bir de hamile…

Elimi kasığımın üstüne koydum, o minicik noktayı hissetmeye çalıştım. Bebeğimizin cinsiyeti belli olana ve bir ad koyana kadar ona ‘Mavi’ diyelim, diye konuştuk Serhan’la. Neden mavi biliyor musunuz?

Bir keresinde sosyal medyada “evlilik ne renk?” diye sormuştum. Farklı farklı cevaplar almıştım. Gece o soruyu Serhan özelden yanıtlamıştı. O zamanlar sevgili falan da değildik.

“Bence evlilik mavi,” demişti. “Çünkü Mavi, Sonsuz Aşkı Simgeler.” Bu cevabı çok beğenmiştim. Sevgili olduktan sonra aşkımızın adına ‘Mavi’ dedik. Sonrasında evimizin duvarlarını maviye boyadık ve şimdi de bebeğimizi simgelesin istiyoruz. Çünkü bebeğimiz “Sonsuz Aşkımızın İnsan Hali.”

Size Serhan’la nasıl tanışıp aşık olduğumuzu anlatmış mıydım? Anlatmadım mı? Öyleyse bir sonraki akşam size aşk hikâyemizi anlatayım. Ne dersiniz?

Bu akşam devam edemeyecek kadar gözyaşlarına boğulmuş durumdayım. Çünkü Onun her gidişi, bir öncekinden daha çok yakıyor içimi…

Bölüm 9 : Mavi yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 10 : Kusursuz Mutluluk

$
0
0

Biz çocukken annem ve Serhan’ın annesi sürekli birlikteydi. O zamanlar henüz yurt dışında değillerdi. Aynı mahalledeydik.

Bizim Serhan’la el ele bebeklik fotoğraflarımız var. İki küçük çocukken de birbirimizi severmişiz. Aynı zamanda da onu ağlatırmışım. Kayınvalidem daha o zamanlar da anneme, ileride beni alacağını söylermiş. Tabii annem hiç ciddiye almamış.

Anneme yıllar sonra “Serhan’ı seviyorum ve bana evlenme teklifi etti,” dediğimde şok olmuştu. Uzun bir süre onun başka Serhan olduğunu düşünmek istemiş, kabullenememişti. Çünkü kızını yurt dışına göndermeyi istemiyordu.

Biz çocukken bir anda koptuk. Çok ani olmuştu gidişleri.

Onu en son 2006 yılında ablamın düğününde görmüştüm. Benimle çoğunlukla ablam ilgilenmişti, annem çok yoğun bir kadındı. Küçük kızı büyürken çoğu şeyi kaçırmıştı. Ama ablam, her anımda yanımdaydı ve evlenip evden gitmesi, annemi kaybediyor hissi veriyordu. Düğünün karmaşasından uzaklaşmak için salondan çıktım. Bir süre sonra hemen yanımda varlığını hissettim. Eğilip kulağıma fısıldadı. Bir gün her şeyin değişeceğini söyledi. Başımı kaldırıp baktığımda karşılaştığım o mavi gözler, kafam dolu olmasa hemen o an beni etkileyebilirdi. O an etkilenmedim ama sonraki yıllarda gözlerimi kapattığımda sık sık önüme geldi.

Ablamın düğününden sonra bir daha Serhan’ı hiç görmedim. Telefonda ya da sosyal medyada da hiç konuşmadık. Ama sık sık onu özledim. En çok da insanın içini ısıtan mavi gözlerini, gülümsediğinde yüzünde oluşan o tatlı ifadeyi…

Çocukluk fotoğraflarımıza bakarak Serhan’ın gördüğüm en güzel bebek olduğunu söyleyebilirim. Bu yüzden kayınvalidemi kıskanırdım. Sarı saçlı, mavi gözlü, çıkık elmacık kemikli o tatlı çocuğun annesi olduğu için. Eğer bir gün anne olursam, aynı Serhan’a benzeyen bir bebek doğurmayı o zamanlardan istiyordum. Bunu Serhan’a itiraf ettiğimde, onunla ileride doğacak bebeğim için evleniyor olduğumu söylemişti. Aslında haksız da sayılmaz, he?

Onu 2015 senesine kadar hiç görmedim. Tam 9 sene.

2015’in şubat ayında, bana sosyal medyadan mesaj attı. İlk kitabımı çıkarmıştım ve tebrik ediyordu. O zamanlar korkunç bir dönemden geçiyordum. Hayatıma Serhan’ın, çocukluk arkadaşımın tekrar girişi beni o an en çok mutlu eden şeydi.

İlk mesajdan bir ay sonra İstanbul’a geldi. Buluşmayı planlamamıştık ama kader bizi bir pazarda karşılaştırdı. Ah çok romantik, değil mi? Değildi. Yorgunluktan ölüyordum ve o pat diye karşıma çıkmıştı. Güzel bile değildim.

Onu ilk gördüğümde etkilenemeyecek kadar yorgun olmamın dışında, kalbimin de o sıralar boş olmadığını söyleyebilirim.

Sadece şubat ayında 3 kez buluştuk ve sonra kader onu niyeyse sık sık İstanbul’a getirdi! Her geldiğinde görüşme sayımız artıyordu. Fakat hayatımdaki yoğunluğunu, kalbime taşıması biraz zaman aldı.

Bir aşka kapılmaktan ölesiye korkuyordum. Büyük bir çıkmazdaydım ve annemin hala görüştüğü arkadaşının oğluyla yaşayacağım ilişki evliliğe gitmezse, etkilenecek bir sürü insan olacaktı. Onunla evlenmeyi istiyor muydum?

Serhan defalarca bu konuyu açtı. Beni seviyordu, evlenmek istiyordu. Ciddiydi. Zaten hiç bir zaman ciddiyetini bozmamıştı. Bense defalarca ona bir daha konuyu açmamasını söyleyip duruyordum.

En sonunda pes etti. “Seni tamamen kaybetmemek için susuyorum,” dedi ve sustu.

Bir temmuz gecesi, Kız Kulesinin önünden dilek feneri uçurdum. Kendimi dibe batmış hissediyordum. Gözlerimi her kapattığımda gördüğüm bir çift mavi göz beni daha da dibe batırıyordu. Bir karar vermem ve hayatıma devam etmem gerekiyordu.

Oldum olası Salacak Sahilini severim, orada huzurlu hissederim kendimi. O gün karar vermek için oraya gittim. Dilek fenerini uçururken tek dileğim, çıkmazdan çıkmaktı. Fotoğraf çektim ve Serhan’a gönderdim. Onunla, kendime özel bu anı niye paylaşmıştım bilmiyordum.

Gönderdiğim fotoğrafa hemen cevap yazdı: “Ben ikimiz için de dilek tuttum.”

O gece Kız Kulesi’nin önünde ne kadar oturdum bilmiyorum. Telefonuma bağlı kulaklığımdan tüm gece aynı melodi çalınmıştı kulağıma ama bir kez bile kulak vermemiştim şarkının sözlerine. Dönüş yoluna geçtiğim sıra dinledim sözleri. Ve o an her şey bir anda oldu. Şarkıyı Serhan’a gönderdim. Hissettiğim her şey, başkası tarafından çoktan beste yapılmıştı. Serhan’ı seviyordum ve onu sevmek aslında dünyadaki en güzel şeydi. Neden korkuyordum ki?

Onu kaybetmekten… İşleri berbat etmekten.

O gece olanlardan birkaç hafta sonra geldi Serhan. Birlikte Salacak Sahiline gittik. Çünkü aşkımızın ilk tanığı Kız Kulesi’ydi. Bizi birlikte görmeyi ilk hak eden de o olmalıydı…

Bölüm 10 : Kusursuz Mutluluk yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 11 : Sıfat Karmaşası

$
0
0

Bugün kayınvalidem aradı. Serhan’dan müjdeli haberi aldığını ve çok sevindiğini söyledi. İçindeki endişe sesinden okunuyordu. Ne kadar bana güvendiklerinden bahsetse de yaşayacağım zorlukları düşünmeden edemiyordu. Oysaki ben o zorlukları aylardır yaşıyordum. Şimdi rahmimde tohum büyüklüğünde bir bebek var diye daha mı zor olduğunu sanıyorlar; hayır, ben o tohumdan güç alıyorum.

Annem de endişeli, artık kendi evimde kalmamı istemiyor. Onlara taşınmalıymışım. Ona da değişen bir şey olmadığını anlattım. Başa çıkabilirim. Tek istediğim bir süre daha hamileliğimi çevreden saklamak. İnsanların acıyan bakışlarla ne yapacağımı sormalarını istemiyorum. Zaten yaşayarak yapabileceğim her şeyi yapıyorum.

Akşamüstü fotoğraf grubundan mesaj geldi. Haftaya cumartesi Büyükada’ya çekime gidecekmişiz. Cuma günü de kalabalık misafirim var ve eve taşındığımdan beri tek seferde 3 kişiden fazlasını çağırmadım.

Oturduğum yerde koca bir iç çektim. Altından kalkabilir miydim? Telefonumu elime alıp ajanda programımı açtım.

Çarşamba: Temizlik. Perşembe: Yiyecekler. Cuma: Misafir.
Cumartesi: Büyükada çekimi.

Ve tüm bunlara artı bir bebek = Mavi Kış’ım. Bence üstesinden gelirim.

Geldim de.

Artık başaramamak, umutsuz olmak yok. Cuma günü çok yoruldum ama güzel geçti.

Ertesi gün sabah 6’da kalktım ve yola koyuldum. Eve döndüğümde ayaklarım beynimin içinde zonkluyordu. Tüm adayı karış karış gezmiş, hafıza kartlarımız dolana kadar fotoğraf çekmiştik. Dönüşümüz de haliyle geceye kalmıştı.

Yatağa yattığımda Serhan’ı düşünemeyecek kadar yorgundum ve yine de uyuyamadım. Kalkıp çektiklerime baktım. Düğünümden birkaç ay önce en yakın arkadaşımın hamile çekimini yapmıştım. Karnı burnundaydı ve bebeği sağ olsun kına gecemde doğmaya karar vermişti.

Onun hamile çekiminde öyle çok eğlenmiştim ki, ‘bir gün yazarlığı kenara koyarsam kesinlikle hamilelerle uğraşmak istiyorum’ demiştim. Sonrasında bir hamile çekimi daha yaptım. Onda da aynı oranla eğlenince, hamile fotoğrafçısı olabileceğime gerçekten inandım.

Peki ya, gerçekte istediğim şey fotoğrafçı olmak mıydı? Çektiğim fotoğraflara bakarken uzun uzun düşündüm. “Deklanşöre bas ve renklensin dünyan,” sloganını yazdığım gün, karar vermiştim fotoğraf eğitimi almaya. Fotoğraf çekmek daima beni mutlu etmiştir, neden mutlu olduğum şeyi profesyonel olarak yapmayacaktım ki?

Fakat işlerin mesleki boyutunu düşünmemiştim. Benim için öncelik her zaman yazmak olmuştu. Ben bir yazardım. Tanınmıyor olsam da.

Hiç bir zaman pes etmedim. Yazdıklarımı okuyan bir kitlem hep vardı. Bana güç verdiler. Oysaki yazmaya başladığım senelerde umudumu kırmak için her şeyi yapan insanlar oldu. En yakınlarım sandıklarımdan bile öyle çirkin şeyler duyuyordum ki… Pes edeceğim sanıyorlardı, ben daha fazla güçlendim. Her eleştiriyi tecrübe olarak ele aldım.

Yine aynı insanlar, kitabım çıktığında da okunmaya değer olmadığını söyleyerek hayatımdan çıkıp gittiler. Şimdi farkına varıyorum da, elde ettiğim her başarı hayatımdan fazlalıkları götürmüş. Demek ki doğru yoldaymışım.

“Öyleyse neden hem yazar hem fotoğrafçı olamayayım?” Ah, bir de anne tabi ki.

Düşünsenize, üçünü de olduğumda gidecek fazlalıkları! Evde tek olduğum gibi evrende de tek olacağım. Şaka bir yana, yorgunluktan gülüyorum şuan. Bir yandan da yanaklarım ıslanıyor. Ağlıyor muyum? Evet. Mutluluktan mı? Hayır…

Ağlıyorum, çünkü zaten üç sıfatım olduğunu fark ettim. Ben bir yazarım. Anneyim. Ve yalnızım…

Bölüm 11 : Sıfat Karmaşası yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 12 : Öngörü Anları

$
0
0

Delice koşturuyorum. Ev o kadar büyük ki bir türlü onun hangi odada olduğunu bulamıyorum. Nereye girsem yok. En sonunda antrede Serhan’ın erkek kardeşi durduruyor beni. “Panik yapma yenge, abim iyi,” diyor.

“Hangi odada?” diye soruyorum. Arkasında kalan kapıyı gösteriyor. Oysa o oda boş, oraya hiçbir mobilya almamıştık. Fakat kapıyı açtığımda kurulu bir yatak odası çıkıyor karşıma. Bilinçaltım bu odayı birlikte hazırlığımızı biliyor. Ben bilmiyorum. Tuhaflığı düşünemeyecek kadar da panik halindeyim.

Yatakta oturuyor Serhan. Beni görür görmez gülümseyerek, iyi olduğunu söylüyor. Oysa ters giden bir şey olduğunu biliyorum. Serhan’ın kaza yaptığını ve saatlerce hastanede kaldığını da biliyorum. O anlarda yanında olamadım. Onu kardeşi alıp getirdi, şimdi de ne olduğunu anlatmıyorlar.

Serhan’ın yüzünü avuçlarımın arasına alıp öpüyorum. Kokusunu içime çekerek, “yaşıyorsun ya gerisi önemli değil,” diyorum.

“Telaş yapma, iyiyim ve yanındayım,” diyor ama gözleri başka bir şey söylüyor. İyi değil, bir problem var.

Mutfaktan bir şey alma bahanesiyle odadan çıkıp kardeşini buluyorum. Neler olduğunu anlatması için resmen ona yalvarıyorum. En sonunda gözleri dolarak, “tamam,” diyor. “Anlatacağım yenge, ama abime bildiğini belli etme.”

Kalbim çıkarcasına çarparken başımı sallıyorum. Ve hayatımızı uçurumdan aşağı yuvarlayacak o cümleleri kurmaya başlıyor.

Serhan bir araba kazası yapmıştı. Kazada ayakları sıkışmış ve uzun bir süre arabadan çıkarılamamıştı. Hastaneye ulaştıklarında Serhan’ın bilinci geçici bir süre kapanmıştı. Doktorların çabası onu kurtarmaya yetmişti ama bacaklarını kurtaramamışlardı. O bundan sonra tekerlekli sandalyeye mahkum edilmişti. Oysa Serhan 1 saat bile hareketsiz oturamazdı. Şimdi ne yapacaktı?

Üstelik dahası vardı, kaza sırası başına aldığı darbe yüzünden beyin hücreleri hasar görmüştü. Doktorlar ömrünün birkaç yıl olacağını söylüyordu.

Serhan bunları öğrenmemi istememişti. Hastaneden çıktığında beni aramış, “arabama arkadan vurdular, hastanede pansuman yapıyorlar. Eve geleceğim,” demişti. Çünkü son yıllarımızı mutlu geçirmemizi istiyordu. Bacaklarını da alıştıra alıştıra söylemek istemişti.

Birkaç yıl… Onunla yaşlanmayı isterken, sadece birkaç yıl mı…

Ağlamadım. Dik durarak, odaya geri döndüm. Boğazım düğüm düğüm oldu ama ona belli etmedim. Sıkıca sarıldım ve onu son kez öpüyormuşçasına öptüm.

Ve gözlerimi açtım. Kalbim, beyaz tavana değercesine atıyordu. Yavaşça doğruldum ve yatakta yalnız olduğumu gördüm. Serhan’ın yastığında, onun pijamasıyla uyumuştum. Burda değildi. Hiç gelmemişti. Kaza da yapmamıştı. Ah, yaşıyordu! Yaşayacaktı.

Telefonuma uzanıp saate baktım, sabah olmak üzereydi. Mesajları açtım. “Dikkat et, seni seviyorum,” yazıp Serhan’a gönderdim.

Birkaç saat sonra mesaj sesi geldi. “Ediyorum aşkım. İşteyim, merak etme. Seni çok seviyorum.”

Serhan, beni yanına alabilmek için gece işinde çalışıyordu. Maaşı, gündüzden daha iyiydi ve eşini yanına alabilmesi için belli bir maaşın üstünde kazanması gerekiyordu.

Ona kolay gelsin yazıp, yataktan çıktım.

Küçüklüğümden beri zaman zaman bazı şeyler görürüm. Bazen rüyamda, bazen uyanıkken. Ben onlara öngörü diyorum. Kimileri altıncı hissimin güçlü olduğunu söyler.

Zamanında gördüklerim hayatımın yönünü kurnazca değiştirdi. Uyanıkken gördüklerim, çekilmez bir baş ağrısıyla gelir gözlerime. O ağrı bazen saatlerce, bazen de günlerce geçmez.

En çok acı veren, birinin öleceğini gördüğüm öngörülerdir. Sevdiğiniz insanın ne zaman öleceğini bildiğinizde inanın, yaşamak sadece külfet oluyor. Üstelik bildiğiniz halde elinizden birşey gelmeyince… O an yaşadığınız çaresizlik, başka bir duyguyla kıyaslanamaz.

Hayatımı değişteren öngörülerden birini anlattığımda daha iyi anlayacaksınız.

Serhan’dan önce, yaşadığım uzun soluklu bir ilişkim vardı. Evlenecektik. Çok seviyorduk birbirimizi. Üstelik ilişkimizden önce de uzun yıllara dayanan samimi bir dostluğumuz vardı. Biz birbirimizin her şeyiydik aslında.
Bir gece, en yakın arkadaşımla otururken birden başıma yine o korkunç ağrılardan biri girdi. Gözlerim karardı, hiçbir şey göremedim. Derken birden sevgilimin ayakta duramadığı bir görüntüsü belirdi önümde. Yanında çocukluk arkadaşı vardı. Zil zurna sarhoştu ikisi de. Birlikte bir otele girdiler. Otel odasının kapısı gürültüyle kapandığında nefessiz kaldım. Yaklaşık 8 saniye nefes alamadım. Görüntü kayboldu ve gözlerimi açtığımda arkadaşımın telaşla başımda çırğındığını gördüm.
Kendime geldiğimde baş ağrım geçmedi. Telefonu elime alıp hemen sevgilimi aradım. Fakat açmıyordu. Çünkü o otel odasında beni aldatmakla meşguldü.

O günkü baş ağrım günlerce geçmedi ve biz birkaç gün içinde ayrıldık. Başlarda inkar etti, aramalarımı duymadığını söyledi ama sonunda itiraf etti. Arkadaşının onu çok içirip tuzağa düşürdüğünü söyleyip, yalvardı. Onu bırakmamam için günlerce mücadele etti. Ama ben af edici değilim. Af etmedim. Ve hayatıma Serhan girene kadar da hiçbir erkeğe güvenmedim.

Öngörülerim rüya olarak belirdiğinde ise uyandığımda anlık bir şok yaşıyorum. Sonra da kendimi yiyip bitiriyorum. Gecenin ordasında uyanıyorsam da sabaha kadar oturuyorum. Çünkü tekrar uyursam fazlasını görüyorum…

Bölüm 12 : Öngörü Anları yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 13 : Lanetli Kitap

$
0
0

Hamileyim diye kafeini bırakamadım, dozunu azalttım.
“Üzgünüm bebeğim ama yazmam için kahveye ihtiyacım var.”
Kahvemi alıp masa başına geçtim. Hava kararmıştı. Bilgisayarı açtım ve yazdığım romanın dosyasına tıkladım.

Son yazdıklarıma göz atarken, “bu bölümü silsem mi?” diye durup düşündüm. Çünkü, yazdığım kitabın ana karakteri tıpkı benim gibi yalnız bir anne. Kitabımın üstünde çalışmaya yıllar önce başladım. Şimdi ben de onun gibi yalnız anneyim. Karakterim, oğlu 7 yaşındayken ondan vazgeçmek zorunda kalıyor.

Derin bir iç çektim. Öngörülerim gibi yazdıklarım da bazen başıma çorap örer. Yazdığım hikayenin içine bütünüyle girebilen bir yazarım. Öyle bir giriyorum ki, bazen çıkabilmek için yazdıklarımı yakmam gerekiyor.

Yazdıklarımın içinde ilk esir kaldığımda ortaokuldaydım. Az daha okulu yakmamız gerekecekti. Neler olduğunu anlatamayacağım. Hayatımın o yılını yok saymayı tercih ediyorum.

Lise üçüncü sınıftayken, aklını kaybedip tımarhaneye zorla yatırılan bir kadının hikayesini yazıyordum. Kadının başına gelen ilk olay aylar sonra benim de başıma geldi.

Her şey ölü kelebeğin canlanmasıyla başlamıştı.

Sonrasında aklını büsbütün yitirmesine sebep olan adam, bir akşam ansızın kanlı canlı karşımda belirdi.

Siz hiç yazdığınız ‘hayal ürünü’ bir karakteri canlı olarak gördünüz mü? Ben onunla aşk bile yaşadım!

Karakterimin adı Ateş’ti. Topraktan değil de, ateşten yaratılmıştı. Şeytan misali.

Bir akşam arkamda bir gölge gördüm. Takip ediliyordum. Fakat takip edeni bir türlü görememiştim. Sonra ki akşamlarda yine aynı gölge arkamdaydı.

Nihayetinde dördüncü akşam onu gördüm. O an nasıl bir tepki vereceğimi bilemeyerek donup kalmıştım.

Ateş canlanıp gelmişti!

Titremeye başladım ve koşarak olduğum yerden uzaklaştım. Başıma ne gelirse gelsin, bana inanan kuzenimin yanına gittim.

İnanmadı! İlk defa bana inanmadı. Ertesi akşam aynı yolu birlikte yürümeyi teklif ettim. Fakat bu sefer de takip edilmedik. Çünkü yanımda biri varken değil, tıpkı ana karakterim gibi yalnızken görüyordum onu.

Sonraki birkaç akşam onu görmedim. Öyle ki hayal gördüğümü sanıp unuttum.

Bir hafta sonra, gece eve giderken bir el hızla beni karanlığa doğru çekti. Tam çığlık atacakken onun yemyeşil gözlerini görerek durakladım. O da bağırmamdan endişe ederek ağzımı kapatmaya çalıştı. Onu ittim ve gayri ihtiyari, “Ateş!” deyiverdim.

Kaşlarını çatarak gülümsedi ve elini uzatarak, “Cihan ben,” dedi.

Onun gerçek olduğunu anlayınca, ne istediğini sordum. Neden sapık gibi takip edip korkutmaya çalıştığını falan…

Özür diledi. Korkutmak istemediğini, beni sevdiğini anlatmaya başladı.

Ses tonu bile, hayalimdeki Ateş’le bire bir örtüşüyordu. Tüylerim diken diken olmuştu.

Elime numarasını yazdığı kağıdı tutuşturduktan sonra gitti. Eğer istemiyorsam bir daha rahatsız etmeyecekti. Ama tanışmayı istiyorsam numarası bende vardı.

Tüm gece düşündüm. Yazdığım karakterin dış görünüşüne sahip bu adamı tanımak istiyor muydum? Evet. Ya ben de delirirsem, ya gerçek değilse, kitabımdaki gibi sadece ben görüyorsam…

Ona mesaj attım. Konuşmaya başladık. Buluştuk. Gezdik.
Bana her akşam şiir yazardı. Romantik ve komikti. Oysa Ateş, kaba, sert ve ciddiydi. Cihan’la herşey güzeldi. Ta ki ben fotoğraf çekilmek isteyene kadar…

O istemedi. Birden bağırmaya başladı ve çekip gitti. Ne olduğunu anlamamıştım. Arkadaşlarım onu görmek istiyordu. Kimseyle tanışmıyordu. Fotoğrafı yoktu, sosyal medyada hesabı yoktu..

Birkaç gün bu olaydan başka birşey düşünemedim ve nihayetinde gizlice fotoğrafını çektim. Eve gelince de hemen galerimi açtım.

Fotoğraf vardı ama o fotoğrafta Cihan yoktu.

Bundan kimseye bahsetmedim. Birkaç kez daha denedim ve her sonuç aynıydı. En sonunda aklıma kitabım geldi. Ateş’in bir yangınla ortadan yok olduğunu hatırladım. Ve yazdığım tüm sayfaları yaktım. (O zamanlar bilgisayarım yoktu, her şeyi elle yazardım.)

Sayfaları yaktığımda Cihan da yok oldu. Telefonumda numarası bile yoktu. Ezbere numarasını tuşladım, öyle bir numara olmadığını söyleyen operatörle karşılaştım. Delirecek gibi olmuştum ve evet Cihan’ı bir daha görmedim. Ta ki o kitabı yeniden yazmaya başlayana dek… Anlamıştım, o kitap lanetliydi.


Şimdi önümdeki kitaba tekrar baktım. Aklımdan geçen o soru beni delirtmek istercesine taklalar atıyordu.

“Ya ben de bebeğimden vazgeçmek zorunda kalırsam?”

Ve o an birden elektrikler gitti. Etraf karanlığa büründü…

Bölüm 13 : Lanetli Kitap yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 14 : Karanlığın Uğultusu

$
0
0

Geceyi severim ama karanlık…

Işıklar sönünce hemen bilgisayarın şarjını kontrol ettim. Yarım saat beni idare ederdi. Ama telefonumun şarjı fazla yoktu. Telefonun fenerini açarak yatak odasındaki şarjlı gece lambasını almaya gittim.

Gece lambasını çalışma masasına koyup yazmaya devam ettim. Kitabı yazmayı bırakmayacaktım. Bu sefer olmayacaktı. Bebeğim tüm laneti kırmış olmalıydı.

Bilgisayarım kapanacağını bildirdiğinde yazdıklarımı kaydettim. Elektrik hala gelmemişti. Şimdi sadece gece lambasının loş ışığı kalmıştı.

Tam masadan kalkacakken lambanın ışığı gidip gelmeye başladı. Şarjı vardı, tedbir amaçlı her zaman dolu şarjla bırakırdım. Ama şimdi usul usul sönüyordu.

Sandalyeyi geri ittim. Ayağa kalkacağım sıra yerin kan içinde olduğunu gördüm. Kalbim anında nefes boruma tırmandı. Hızla bacaklarıma baktım. Kasığımdaki ağrıyı fark etmemiştim. Kan içindeydim. Elim gayri ihtiyari kasığıma gitti, “Bebeğim!”.

Odanın boğuk havasını yavaşça içime çektim. Telaşlanmamalıydım. Telefonuma uzanmaya çalıştım, bedenim sandalyeye çivilenmişçesine kımıldayamadım.

Rüzgarın uğultusu panjura vuruyordu. Hiçbir cam açık değildi ama masanın altından gelen esinti vücudumu geriye, sandalyenin sırtına doğru hızla çarptırdı.

Rüzgar öyle kuvvetliydi ki, masanın üstündeki kağıtlar uçmaya başladı. Bedenimi kontrol edemiyordum ve lamba her an beni zifiri karanlığa mahkum edebilirdi.

Kollarım sandalyenin kolluğuna sertçe yapıştı. Bacaklarım uyuşmuş, ayak bileklerim görünmez bir el tarafından sıkıca kavramıştı.

Dudaklarımın arasından çıkan tek kelime, “Bebeğim,”di. Kan bacaklarımdan aşağı oluk oluk akarken onu kaybettiğimin farkındaydım. Bağırmak, çığlık çığlığa haykırmak istiyordum. Olduğum yerden kalkıp, evden çıkmak ve hastahaneye gidip bebeğimi kurtarmaları için yalvarmak istiyordum. Onu istiyordum, bebeğimin sağ kalmasını… O an düşünebildiğim tek şey nokta büyüklüğündeki bebeğimdi.

Birden başım arkaya sabitlendi. Nefesim kesildi. Dudaklarım kelimeler olmaksızın aralık kaldı. Ne kıpırdayabiliyor, ne de nefes alabiliyordum. Bebeğimle birlikte ölüyordum. Serhan’a kavuşamadan…



İçimden koca bir parçanın koparak yere düştüğünü hissettim. Bacaklarımda buz gibi iki el dolaşmaya başladı.

Rüzgâr ölü bir bedenin elleriydi ve beni boğuyordu. Beni ve bebeğimi öldürüyordu.

Yüreğimde çığlıklar kopuyordu. Ama bir şey yapamıyordum. Ne kendimi ne bebeğimi kurtaramıyordum.

Nihayetinde lambanın titrek loş ışığı söndü. Etraf tamamen karanlık olacak sanarken masanın altından kırmızı mavi bir ışık yansıdı. Bu rüzgarın gözleriydi.

Birden nefes almaya başladım. Puslu, boğucu hava ciğerlerime doldu ve dudaklarımın arasından hayvanı andıran bir çığlık yükseldi. Ellerimden birini yerinden oynatmak için olağanca gücümle mücadele ettim.

Bu benim karanlık ve rüzgarın birleşimiyle girdiğim ilk savaşım değildi. Ama bebeğimin ilk savaşıydı ve onu kurtarmak zorundaydım.

Sağ elimi sandalyeden kurtarır kurtarmaz masadaki telefonuma uzandım.

Hızlı aramaya girip ablamın adının üstüne tıklarken telefon elimden kayıp rüzgarın elleri arasına düştü ve yerden kahkahaya benzer bir uğultu yükseldi.

“Hayır, bu sefer olmaz. Bebeğim olmaz! Lütfen, bebeğimi alma…”

Telefonumun kapandığını gösteren titreşim son umudumu da suya düşürmüştü.

Kullanabildiğim tek elle, vücudumu sandalyeden kurtarmaya çalıştım. Başarmalıydım.

Karanlığın içinde rüzgarla mücadele eden o ergen kız değildim artık. O vakitler nasıl başardıysam, şimdi güçlü bir anne olmuşken daha kolay başarabilirdim.

Bebeğim için mücadele etmek zorundaydım. Tabi hala benimleyse…

Hayatımın son dileği olsaydı ve bana onu gerçekleştirme hakkı verilseydi ne yapardım? Başımı göğe kaldırır ve gökyüzünün sonsuz maviliğini seyrederdim. Eğer beş yıl önce ölseydim.

Şimdi son isteğim, bebeğimin sonsuz mavilikte olacak gözlerine bakabilmek. Onu doğurmak ve en az bir kez görebilmek.

Anneler, dünyanın en güçlü insanlarıdır. Bebekleri rahimlerine konduğu an, kendi hayatlarının içine koca bir dünya sığdırırlar. Gerekirse kendi tüm zevklerinden vazgeçerler ve ölüm onlara uzandığında evlatları için mücadele ederler. Kendileri için değil.

Şimdi ben dünyanın en güçlü insanıyım. Anneyim ve ölümü görüyorum. Bebeğimi kurtarmak için direniyorum. Bugün değil. Hayır, bugün ölmeyeceğim.

Bedenim sandalyeden kurtulduğunda evin tüm duvarlarından çatırdama sesleri yükseldi. Görünmeyen eller evimin panjurlarına ve kapısına vuruyordu. Masanın altından sızan ışık aniden yok oldu. Sonra rüzgar ölü ellerini üstümden çekti ve ayakta durmakta zorlandım. Karanlık fırtına misali etrafımda dönmeye başladı.

Bacaklarım titriyordu. Masanın altında biriken kan gözlerimi kamaştırıyordu. Beynimin içinde trompet çalıyor ve damarlarımın sürtüşme sesi kulağımda çınlıyordu.

Kasığımın altından yumruk büyüklüğünde bir parça nefesimi keserek yere düştü. Bacaklarım, kan kaybeden vücudumu daha fazla taşıyamadı. Bedenim ağır çekimde yere düşerken, kapımın hemen dışından gelen çığlıkların gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu ayırt edemedim.

Gözkapaklarım kapanırken iki kelime duydum.

Biri adımdı.
“Eylül!”
Diğeri yıllardır olduğum şeydi.
“Teyze!”

Ve anne olmayı başaramadan, karanlığa yenik düştüm.

Bölüm 14 : Karanlığın Uğultusu yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 15 : Sorular

$
0
0

Beyaz olan hangisi? Cennet mi? Cehennem mi?
Beyazın içinde uyanıyorsam, ölü müyüm, diri mi?

Hayatta olduğumun ilk belirtisi, ciğerlerime dolan ilaç kokusuydu. Yaşıyordum, bir hastane odasında yalnızdım. Beynim zonkluyordu, bu da ikinci belirtiydi.

Kolumda takılı seruma bakarak yavaşça doğruldum. Bir anlığına neler olduğunu hatırlayamasam da aklıma gelen ilk şey bebeğim olunca bağırmaya başladım.
“Kimse yok mu?” diye.

Odanın kapısı açıldığında içeri ablam girdi. Uyandığımı görünce koridora dönüp bir şey söyledi, ardından koşarak yanıma gelip beni kollarına aldı.

Ablamın ardından odaya önce yeğenlerim, sonra da bir hemşire girdi. Herkes soru sormaya başlamıştı, hiç birinin ne dediğini anlamıyordum. Elimi kaldırdım ve “lütfen,” diye inledim.

“Bebeğim,” dedim. “Bebeğim yaşıyor mu?” Önce öğrenmek istediğim buydu. Bana ne olduğu, nasıl olduğum ya da ne kadar kan kaybettiğim umrumda değildi.

Hemşire yüzüme bakıp hafifçe gülümsedi. “Bebeğin iyi, sen nasılsın?” deyince koca bir iç çektim. Benden daha güçlü bir şeye hamile olduğum için çok şanslıydım.

O an ilk defa şanslı olduğumu tüm hücrelerimde hissettim.

“Bebeğim iyiyse ben de iyiyim,” diye mırıldandım. O sırada annemin ve babamın kapıda dikildiğini gördüm.

Öteki ablam ise yanında doktorla birlikte odaya giriyordu.

Serhan hariç herkes buradaydı. Korkunç bir gece geçirmiş ve bebeğimi korumayı başarmıştım. Serhan olmadan yapmıştım. Tek başıma.

Odadaki herkese tek tek baktım. Serhan olmasa da ailem yanımdaydı. Bu yüzden evlenince soyadımı bırakmamıştım. Çünkü ailemin Serhan’dan daha çok yanımda olacağını her daim biliyordum. Ona aşık olduğum gün öngörüsünü görmüştüm.

Eve döndüğüm de ilk olarak çalışma odasına gittim. Odanın zemininin tamamen kan kaplı olduğu düşünürken… Yoktu. Hiçbir şey yoktu. Kan ya da herhangi bir leke. Sadece etrafa saçılmış kağıtlar vardı.

Hastanedeyken doktor, bebeğin iyi olduğunu, benimse panik atak geçirerek bayıldığımı söylemişti. Kan kaybından ya da düşük tehlikesinden bahsetmemişti. Yalnızca vitaminsiz kaldığım için serum verdiklerini söylemişti.

Ablamsa onu aradığımı ve konuşmadığımı ama çığlıklarımı duyarak endişeye kapıldığını anlatmıştı. Bunun üstüne yeğenimle birlikte bana bakmaya gelmişti. Ben kapıyı açmayınca da babamı çağırmışlardı. Evin yedek anahtarı babamda durur. Böylece babam gelip kapıyı açtığında, eve girip beni yerde baygın bulmuş ve hastahaneye götürmüşlerdi. Kandan onlar da bahsetmeyince, soru sormamıştım.

Annem evde yalnız kalmamam ve onlara gitmem için ısrar etti. Ama artık başka bir yerde uyuyamıyorum. Evde, özellikle yatak odasında Serhan’ı hissediyor ve onun kokusunu alıyorum. Geceleri de onun yastığıyla uyuyorum. Bunlar bana huzur veriyor, başka bir yerde bu huzuru bulamıyorum.


Şimdi çalışma odamda dikilmiş dün gece kafayı yemediğimi kendime ispatlamaya çalışıyorum. Gerçekti, değil mi? Doktor haklı olablir miydi? Her şey basit bir panik ataktan mı ibaretti? Yoksa… Bir süredir uyanıkken görmediğim öngörüler geri mi dönmüştü? Dün gece geleceği görmüş olabilir miydim? Öyleyse hangimiz ölecektik?…

Bölüm 15 : Sorular yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.


Bölüm 16 : Aşk Destanı

$
0
0

Beyaz olan hangisi? Cennet mi? Cehennem mi?
Beyazın içinde uyanıyorsam, ölü müyüm, diri mi?

Hayatta olduğumun ilk belirtisi, ciğerlerime dolan ilaç kokusuydu. Yaşıyordum, bir hastane odasında yalnızdım. Beynim zonkluyordu, bu da ikinci belirtiydi.

Kolumda takılı seruma bakarak yavaşça doğruldum. Bir anlığına neler olduğunu hatırlayamasam da aklıma gelen ilk şey bebeğim olunca bağırmaya başladım.
“Kimse yok mu?” diye.

Odanın kapısı açıldığında içeri ablam girdi. Uyandığımı görünce koridora dönüp bir şey söyledi, ardından koşarak yanıma gelip beni kollarına aldı.

Ablamın ardından odaya önce yeğenlerim, sonra da bir hemşire girdi. Herkes soru sormaya başlamıştı, hiç birinin ne dediğini anlamıyordum. Elimi kaldırdım ve “lütfen,” diye inledim.

“Bebeğim,” dedim. “Bebeğim yaşıyor mu?” Önce öğrenmek istediğim buydu. Bana ne olduğu, nasıl olduğum ya da ne kadar kan kaybettiğim umrumda değildi.

Hemşire yüzüme bakıp hafifçe gülümsedi. “Bebeğin iyi, sen nasılsın?” deyince koca bir iç çektim. Benden daha güçlü bir şeye hamile olduğum için çok şanslıydım.

O an ilk defa şanslı olduğumu tüm hücrelerimde hissettim.

“Bebeğim iyiyse ben de iyiyim,” diye mırıldandım. O sırada annemin ve babamın kapıda dikildiğini gördüm.

Öteki ablam ise yanında doktorla birlikte odaya giriyordu.

Serhan hariç herkes buradaydı. Korkunç bir gece geçirmiş ve bebeğimi korumayı başarmıştım. Serhan olmadan yapmıştım. Tek başıma.

Odadaki herkese tek tek baktım. Serhan olmasa da ailem yanımdaydı. Bu yüzden evlenince soyadımı bırakmamıştım. Çünkü ailemin Serhan’dan daha çok yanımda olacağını her daim biliyordum. Ona aşık olduğum gün öngörüsünü görmüştüm.

Eve döndüğüm de ilk olarak çalışma odasına gittim. Odanın zemininin tamamen kan kaplı olduğu düşünürken… Yoktu. Hiçbir şey yoktu. Kan ya da herhangi bir leke. Sadece etrafa saçılmış kağıtlar vardı.

Hastanedeyken doktor, bebeğin iyi olduğunu, benimse panik atak geçirerek bayıldığımı söylemişti. Kan kaybından ya da düşük tehlikesinden bahsetmemişti. Yalnızca vitaminsiz kaldığım için serum verdiklerini söylemişti.

Ablamsa onu aradığımı ve konuşmadığımı ama çığlıklarımı duyarak endişeye kapıldığını anlatmıştı. Bunun üstüne yeğenimle birlikte bana bakmaya gelmişti. Ben kapıyı açmayınca da babamı çağırmışlardı. Evin yedek anahtarı babamda durur. Böylece babam gelip kapıyı açtığında, eve girip beni yerde baygın bulmuş ve hastahaneye götürmüşlerdi. Kandan onlar da bahsetmeyince, soru sormamıştım.

Annem evde yalnız kalmamam ve onlara gitmem için ısrar etti. Ama artık başka bir yerde uyuyamıyorum. Evde, özellikle yatak odasında Serhan’ı hissediyor ve onun kokusunu alıyorum. Geceleri de onun yastığıyla uyuyorum. Bunlar bana huzur veriyor, başka bir yerde bu huzuru bulamıyorum.


Şimdi çalışma odamda dikilmiş dün gece kafayı yemediğimi kendime ispatlamaya çalışıyorum. Gerçekti, değil mi? Doktor haklı olablir miydi? Her şey basit bir panik ataktan mı ibaretti? Yoksa… Bir süredir uyanıkken görmediğim öngörüler geri mi dönmüştü? Dün gece geleceği görmüş olabilir miydim? Öyleyse hangimiz ölecektik?…

Bölüm 16 : Aşk Destanı yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 17 : Normale Döndü Derken…

$
0
0

Elimi karnıma koydum ve Serhan’ın sonsuz mavilikte olan gözlerine sırıtarak baktım. Az önce, girdiğimiz iddiayı kazandığım için gururla ayağa kalktım.

Tabii ki Serhan’ın tadı kaçtı ve doktora tekrardan sordu.

“Emin misiniz? Bir daha baksaydınız..” diye.

Doktorum yüzündeki gülümsemeyle Serhan’a döndü ama bir şey demedi. Onun yerine en samimi haliyle bana göz kırptı.

Hastaneden çıkıp eve gelene kadar sabrettim. Arabada dahi zaferimi kutlamadım. Serhan’ın, “nasıl kız değil,” diyerek çektiği içlere cevap vermedim.

Evet, az önce bebeğimizin cinsiyetini öğrendik. Öngörülerim, yani hislerim beni asla yanıltmaz. Yine yanıltmadı.

O bir oğlan.

Hastaneye gitmeden önce Serhan’la iddiaya girdik. O, kız olsun istiyordu. Ben de erkek olacağını biliyordum. Evet, adaletsiz bir iddia ama ne yapalım, ben bu ödülü hak ettim.

Eğer bebek erkekse adını benim, kızsa Serhan’ın koyacağı konusunda bir anlaşma yaptık.

Eve girdiğimizde bir süre daha sabrettim. Daha sonra çalışma odasına sakladığım minik mavi kutuyu Serhan’a verdim.

“İçinde iki tane isim var. Kutuyu aç ve birini seç,” diyerek yanına oturdum.

Serhan bir bana bir kutuya baktıktan sonra başını iki yana salladı. “Sen seç,” diyerek kutuyu bana geri verdi. “Zaten ikisinin de ne olduğunu tahmin edebiliyorum.”

Ona tatlı tatlı gülümsedim ama yine de kağıdı kutunun içinden çıkarma görevini ona bıraktım. Önce beni öptü, sonra kağıtlardan birini eline alıp avucuma bıraktı.

Parmaklarımla kağıda dokunarak gözlerimi yumdum ve hangi ismin olduğunu kalbimde hissettim.

Gözlerimi açıp kağıdı Serhan’a verdim. “Sen aç, ben ne olduğunu biliyorum.”

İç çekerek, kağıdı katlı yerinden açtı. Tam o an, Serhan kağıtta yazan ismi okurken, oğlumuz içimde heyecanla kıpırdandı.

“Murat.”

Bu ömrüm boyu hissettiğim en güzel duyguydu. Serhan’ın ellerini tuttum ve birini karnımın üstüne koydum.

“Adını senden duymayı sevdi,” diye fısıldadım.

Tam ağzını açmıştı, bir şey diyecekti ki, oğlumuz minik ayağını babasının avucunun içine koydu. Serhan araladığı dudağını gözleriyle birlikte kapatarak, alnını alnıma dayadı. Ve bir kez daha, bu sefer fısıltıyla, “Murat,” dedi. “Merhaba oğlum.”

Az önce Serhan’ı yolcu ettim. Bir kez daha gitti.

Salona geçip televizyonu açtım. Arkasından ağlamayacağım. Bu kez olmaz. Eğlenceli bir film buldum. En azından konusu öyle gibiydi, ta ki kadın kocası öldüğünde hamile olduğunu öğrenene dek…

Avucumu karnıma koyup minik oğlumu hissetmeye, ondan güç almaya çalıştım. “Eylül ve Serhan’ın muradı, birlikte yaşamak; minik Muratlarıyla,” diye fısıldadım. Tam o an ayaktan daha küçük bir şey avucumun altında hareket etti. Bu, oğlumun eliydi. Gözlerimi kapatarak gülümsedim. “Biliyorum, her şey geride kalacak. Bir gün üçümüz birlikte yaşayacağız.” Bir gün…


Gecenin ortasına patlayan silahın sesini duyduğumda, başım koltuğun yastığındaydı. İrkilerek doğruldum ve kumandayı alıp filmin sesini kapattım. Sesin tam olarak nerden geldiğini anlamamıştım. Hem çok yakın hem çok uzaktaydı.

Geceyi dinlemek için gözlerimi kapattığımda silah sesinin kafamın içinden geldiğini fark ettim. Ve birden gözkapaklarımın beynime yansıttığı ekranda bir gölge belirdi. Elinde silahı vardı.

Gözlerimi açmaya çalıştım. Açamadım.

Gölge durdu. Yavaşça yüzünü bana döndü. Bir an için onun bir yabancı olduğunu sandım. Ama sonra bilindik bir ifadeyle bana gülümsedi. Nefesim kesildi. Ellerim koltuğun sapını sıkıca kavradı. Ne ayağa kalkabildim, ne gözlerimi açabildim, ne de nefes alabildim. Kaskatı oluverdim.

“Eylül,” diye fısıldadı Karanlık Adam. “Çok geç.”

‘Ne için geç?’ diye sormak istedim. Yapamadım. Adam yüzünü tekrar benden uzaklaştırdı. Bir gölge oldu ve hızla koştu.

Gözkapaklarımın arka perdesi şimdi bir kan gölünü gösterdi. Kanın içinde yatan biri vardı. Fakat kim olduğunu göremeden gözkapaklarım kendiliğinden açıldı ve nefesim yüreğimin orta yerini delerek burun deliklerimden içime doldu.

Bedenim gücünü yitirerek koltuğa yığıldığında gördüğüm tek şey silahlı adamla olan geçmişimdi…

Bölüm 17 : Normale Döndü Derken… yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 18 : Sonbaharın İlk Yaprağı

$
0
0

Bugün 1 eylül. Benim doğum günüm. Annemin adımı koyma sebebi.

Annemin en sevdiği mevsimdir Sonbahar. Küçük kızını sonbaharın ilk günü doğurunca, “adıyla geldi,” demiş babama. “Eylülün güçlü kızı o,” diyerek koymuş adımı. Ve kulağıma eğilip fısıldamış:
“Eylül gibi ol Miniğim. Yaprakların sararmaya başladığında dahi için sıcacık olsun. Daima gülümse, Küçüğüm.”

Sonbaharın kızı olduğumdan mıdır nedir, ben bir anka kuşuyumdur. Defalarca küllerimden doğdum. Tıpkı sonbaharda sararıp dökülen yaprakların yerini yeşillerinin aldığı gibi.

Doğduğum mevsim, ay ve adım kaderimin ana temasıydı adeta. Kendimi keşfedene kadar birçok kez ölmek istedim. Denedim de. Çünkü küle döndüğümde nasıl tekrardan doğacağımı bilmiyordum. Kül olarak yaşayamazdım.

Girdiğim intihar denemeleri sonuçsuz kaldığında, kendimi tanımaya çalıştım. Güçsüzlüğümden, çaresizliğimden nasıl güçlü olacağımı; nasıl savaşacağımı öğrendim. Zor oldu ama başardım. Bir anka kuşu olduğumu anladığımda bir daha yanmaktan, küle dönmekten korkmadım. Güçlendim.


Sabah erkenden kapı zilim çaldı. Doğum günümde ilk gördüğüm insan hiç tanımadığım kargo görevlisiydi. Getirdiği kalp şeklindeki çikolatalara bakarken gönderenin ablam olduğunu biliyordum. Kartı okumama gerek bile yoktu. Serhan’dan değildi. O uzakken yalnızca mesaj atarak kutlar… O kadar… Birlikte değilsek mesajdan öteye gitmez. Birlikte olduğumuz özel günlerimizde ise başka bir gezegende olduğumuza inanırım. Ortası yoktur anlayacağınız. Ya sizi göklere çıkarır ve orada bırakır ya da olduğunuz yerden kımıldatmaz. Havaya yalnızca kaldırmak onun işi değildir.

Kartta ablamın ve kızların adı yazılıydı. Ama yine de kalbimin bir parçası Serhan’ın adını görmeyi istemişti.

İstemsizce omuz silkip, dolan gözlerimi sildim.

Ablam daima bir abladan fazlasıydı. Çocukluğumun annesi, şimdimin dostuydu.

Ben geniş ailemizin de en küçüğüydüm. Babaannem öldüğünde altı yaşındaydım. Ve o sene kaybettiğim tek insan babaannem değildi. Annemin ilgisini, zamanını ve evdeki varlığını da yitirmiştim.

Büyük ablam evlenip evden gittiğinde beş yaşını bitirmek üzereydim. Ardından babaannemi kaybettik. Bana onun ölüsünü göstermediler. Bu yüzden çok uzun zaman onun toprağın altında, tabutun içinde yaşadığını ve bize seslendiğini düşündüm. Onu neden oraya koyduklarını bir türlü anlamıyordum. Ölüm neydi ki? O benim ölüme verdiğim ilk sevdiğimdi. Kimdi ki bu ölüm, onu alıp gitmişti?

Günlerce babamı suçladım. Onun iğrenç bir evlat olduğunu, annesini o toprak yığınından çıkarmadığını, buna nasıl izin verebildiğini…

Günlerce babama yalvardım. Çıkarıp geri getirsin diye.

Annem, bana cesedini göstermediği için yıllarca pişmanlık yaşadı.

Sonra bir gün babamın ağladığını duydum. O gün onu suçlamayı bıraktım. Asla yıkılmayan babamın ölüm karşısındaki çaresizliğini görünce, ölüm denen o karanlıkla savaşa girdim. Bir daha kimseyi vermemek adına.. Elbette başarılı olamadım.

Babaannemin ölümünden bir süre sonra dedem hastalandı. Hastalığının, çocukluğumun anlayamadığı tuhaf bir adı vardı. Ve bakıma muhtaçtı. İşte annemi çocukluğumdan çalan olay buydu.

Doktorlar kendi evinin dışında bakılmaması gerektiğini söyleyince günlerimizi dedemin evinde geçirmeye başladık. Ta ki bir gün beni kolumdan tutup kovana dek…

Birkaç hafta içinde beni tanımadığını iddia etmeye başlamıştı. Başlarda nazikçe kim olduğumu, ailemin neden beni bırakıp gittiğini, ne zaman alacaklarını soruyordu. Amcam eve geldiğinde de usulca “şu kızcağızı bırakıp gittiler, evine götür artık,” diyordu. Anneme, babama, hatta amcama, dedemin neden beni tanımadığını sorduğumda; “hasta” diyorlardı. Nasıl bir hastalıktı bu?

En sonunda bir gün tanımadığı küçük torununu kovunca, bir daha gitmedim. Ablamın küçük yaşta anne olma hikayesi burda başladı. Beni kucağına aldığı gibi eve götürdü. Annemin yapması gereken her şeyi o yaptı. Sabahları okula hazırladı, yedirdi, çorabıma kadar giydirdi. Akşamları okuldan geldiğimde yemeğimi koydu. Ödevlerime yardım etti. Veli toplantılarına katıldı. Arkadaşlarım onu annem sandı, itiraz etmedi. Okul gösterilerimin hiçbirini kaçırmadı. Oysa annem… O yoktu. Sahneye çıktığımda tüm arkadaşlarımın anneleri arasında kendiminkini göremezdim. Ama ablam hep en önde olurdu.


İlerleyen yıllarda işler iyice sarpa sardı. Ablam ben on iki yaşındayken evlendi. Dedem çevresindekileri unutmaya devam etti.

Bir gece aynı evden babam kovulup geldiğinde hastalığın dedemin suçu olmadığını anladım. Babamın gözlerinde annesini kaybettiğinde oluşan hüzün vardı. Çünkü farkındaydı. Babası yaşayan ölüden farksızdı. Aklı ve ruhu ölmüştü. Çünkü o bir
Alzheimer hastasıydı…

O öldüğünde en çok büyük ablam ağladı. Onunla en çok vakit geçiren ve onun en sevdiği torunu büyük ablamdı. Son nefesinde yanında olan da oydu. Ölüm haberi geldiğinde ben soğuk kanlılıkla gidip evini temizledim. Öldüğünde 19 yaşındaydım. Üstümdeki soğuk kanlılık, onunla tek güzel anımın olduğu çerçeveyi silerken yok oldu. Eğer bana yardıma yengem gelmeseydi, o an yaşadığım acı ve pişmanlık beni orada öldürebilirdi.


Annemle, mükemmel anne kız ilişkimiz Serhan’ın kalbime girişiyle gelişti. Çünkü o ana kadar anneme meydan okudum. Ama ablamla olan her ilişkim kusursuzdu. O bir abladan fazlasıydı.

Bugün de, doğum günümde yanaklarımı sabah sabah ıslatan tüm bu anlattıklarımdı. Elimin tersiyle yüzümü silip karnımı okşadım. Kızarmış yüzümde anında güller açtı.

Ablama bir teşekkür mesajı attıktan sonra güne başladım. Saatler sonra da evim neşeyle dolup taştı. Ablamlar, çocuklar, annem, teyzem, kuzenlerim ve düğün zamanı tanışıp yılların eskitemediği dostlarımı geri planda bırakan en yeni dostum.. He bir de onun annesi, (bazı gecelerimizin neşe kaynaklarıdır onlar. Bir ara bahsederim.) Ellerinde balonlar ve paketlerle kapıma geldiler. Ah, bir de ablamla yeğenimin yaptığı pastayla (bir ara size pasta maceralarımızı da anlatmalıyım, gülmekten kırılacaksınız!).

Çoluk çocuk olunca günün nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Yatağa yattığınızda zonklayan yerleriniz size usulca fısıldıyor.


Akşam herkes gittikten sonra kapı çaldı. Güne nasıl başladıysam öyle bitti. Son gördüğüm insan yine kargo görevlisi oldu.

Sabah kalbimin dilediği paket karşımdaki adamın elindeydi. Bu sene doğum günümde dileğim hızlı gerçekleşmiş, Serhan koca bir gül buketi göndermişti; yanında sürpriz bir kutuyla.

“Ah be Adam! Çok güzelsin!” …

Bölüm 18 : Sonbaharın İlk Yaprağı yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 19 : Geçmişin Perde Arkası

$
0
0

Karanlığın ortasında oturmuş, ne yapacağımı düşünüyorum. Geçmişim tüm dehşetiyle geri döndü ve artık o çılgın, uçarı kız değilim. Bir anneyim ve bebeğimi korkunç karanlığımın içine çekemem. Ama hiçbir şey olmuyormuş gibi de yürüyüp gidemem…

~~~~~~~~~~~~

Bu sabah, doktor arkadaşım Filiz aradı. Kendisi beyin cerrahı olmak için okumaya devam ediyor. Hocasının bir hastası hakkında aramış. “Görüşmemiz lazım,” dedi. Öğlen buluştuk. Elinde bir dosyayla geldi. Telefonda hastanın kim olduğunu söylememişti.

Tokalaşırken gözleri büyüdü, şişen karnıma baktı ve “sanırım arayarak hata ettim,” dedi. Oralı olmadım. Hastanın kim olduğunu sordum. Sıkıntıyla iç çekti.

“Duyacakların hoşuna gitmeyecek, bu yüzden hemen şimdi kalkıp gidebilirsin. Böylece bebeğinle birlikte hiç bulaşmamış olursun.”

Başımı iki yana sallayarak, “Hastayı tanıyorum, değil mi?” diye sordum.

Sessizce dosyayı önüme itti. O an kafamdan milyonlarca isim geçmişti. Ama bunların arasında onun adı yoktu. Yanlış okuduğumu onaylaması için Filiz’e baktım. Önümdeki kağıda bakmak, onun neyi olduğunu öğrenmek istemiyordum. Filiz’in bana hiç bilmediğim bir isim söylemesini istiyordum.

Fakat Filiz, “Yapılabilecek her şey yapıldı. Nafile… Hocam, iki ay bile yaşamayacağını söylüyor,” diyerek beni olduğum yere çivilemişti. “Çok üzgünüm, Eylül. Ufuk’un senin için ne ifade ettiğini bildiğimden sessiz kalamadım. Öleceğini bilmeye hakkın olduğunu düşündüm.”

Ufuk… Serhan’dan önce hayatımda olan o büyük aşkın başrolü. Hani beni en yakın arkadaşıyla aldattığının ön görüsünü gördüğüm…

Beni aldattığında aylarca onun öldüğünü hayal etmiştim. Ölsün ve kimseye yar olmasın istemiştim. Ölsün ve toprak onunla beslensin.. Defalarca cenazesini düşlemiştim. Ölümü en çok istediğim şeylerden biriyken, şimdi ne hissedeceğimi bilmiyorum. Ufuk benim en yakın arkadaşımdı, sonra sevdiğim adam olmuştu. Evlendiğim adam olamadan ihanet etmiş ve giderken sevdiğimle, dostumu birlikte götürmüştü. Onun yüzünden hem arkadaşlık ilişkilerine hem de aşka küsmüştüm.

Şimdi ölüyordu…


Filiz’e neyi olduğunu sorduğumda, beni karanlığın içinde bırakacak o cümleleri kurdu ve şimdi burada, evimin bahçesinde oturmuş gökyüzüne bakıyorum. Kulaklarımda hala Filiz’in o sözleri yankılanıyor.

“Biliyorsundur belki, avukat olmuş Ufuk. Geçen seneden beri içinde olduğu bir dava varmış. Son duruşmadan önce vurulmuş. Kurşun beynine saplanmış, öldü diye bırakmışlar. Ama işte kader.. Öyle bir yere denk gelmiş ki, onu vurulduğunda değil de yavaşça öldürmeye başlamış. Ameliyatla kurşunu almayı denemişler ama ameliyat başarılı geçmemiş. Şimdi hocamın tahminine göre iki ay ya yaşar ya yaşamaz.”

Ufuk’un avukat olduğunu biliyordum. Beni aldattıktan yaklaşık iki sene sonra tekrar hayatıma girmişti. Eski dostluğumuzu istediğini dile getirmiş, sonraki günlerden birinde evlenme teklifi etmişti.

Evlilik teklifini reddetip onu terk ettikten on gün sonra girmişti Serhan hayatıma. Ve altı ay sonra da sevgili olmuştuk. Ufuk o günden sonra ne karşıma çıkmış, ne aramıştı.

Cebimden telefonumu çıkardım. Filiz’in telefonuma gönderdiği numaraya baktım. Aramalı mıydım? Onu belki de son kez görmeli miydim?

Gözlerimi sıkıca yumup, başımı göğe kaldırdım. Onun insanın içini ısıtan sımsıcak gülümseyişini hatırladım. O benim en yakınımdı. Dert ortağım, her sıkıntımda yanıma koşanım.. Hiç sevgili olmamalıydık, dostluğumuzu yitirmemeliydik.

Şimdi ölüyordu. Benim yüzümden ölüyordu. Onu benim yüzümden vurmuşlardı.

Geçmişin karanlığının içine girmez ve Ufuk’a ulaşmazsam, Mavi Kış’ımı kollarıma aldığımda ona ne söylerim.. Bu yükün altında ezilirim.

Ama karanlığın içine çekilirsem Mavi Kış’ımı kollarıma alamayabilirim. Serhan’ı dahi kaybederim.

Gözlerimi açtım. Bulutsuz gökyüzüne baktım.

“Onu benim yüzümden vurdular. İstedikleri benim. Ufuk sadece yoldaki taş. Böyle olacağını biliyordum. Kaçamayacağımı…”

Ufuk söylemişti. “Bedel ödetirler,” demişti. Bense burnum bile kanamadan yoluma gitmiş, unutmuştum.

Şimdi geri döndüler.

Derin bir nefes aldım ve ara tuşuna bastım. Bir kez daha kaçmayacaktım…

Bölüm 19 : Geçmişin Perde Arkası yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Bölüm 20 : Eski Bir Dost

$
0
0

Yıllar sonra onu karşımda görmek içimi parçalamıştı. O yakışıklı ve kaslı adam gitmiş, yerine zayıf ve çökmüş bir adam gelmişti. Tanıdığım Ufuk’tan geriye gülüşünden başka bir şey kalmamıştı.

Beni görür görmez oturduğu sandalyeden kalkmış, gülümseyerek elini uzatmıştı. Gözaltı morluklarına rağmen, gülümseyişi hala sıcacıktı.

Bakışları karnıma kaydığında gözleri büyüyerek yüzüme baktı. “Sen..” diye gevelerken, “Evet” dedim. “Hamileyim.”

Oldum olası Ufuk’un şaşkınlığını okumayı sevmişimdir. Yine aynı bilindik ifadesine sırıtarak karşısındaki sandalyeye oturdum.

Önce havadan sudan, sonra evlilikten ve bebeğimden bahsettik. Gözlerindeki parıltıya korku karıştırarak, “Bir kız mı?” diye sordu. Bu soruyu sormasına sebep olan anımız içimi anında yaktı. ‘Demek unutmamıştı’…

~~~~~~~~~~~~~~~~

Uzun yıllar önce bir apartmanın merdivenine oturmuş, ciğerim sökülürcesine ağlıyor ve durmaksızın tekrarlıyordum. “Ya bir kızım olursa, Ufuk? Ya bir kızım olursa…”

Ufuk gözyaşlarıma karışan saçlarımı çekip yüzümü ellerinin arasına almıştı. “Bana bak Eylül, lütfen gözlerime bak. Söz veriyorum, hep yanında olacağım. Bir kızın olduğunda dahi,” demiş ve eklemişti. “Mükemmel bir anne olacaksın, bir kızın olsa bile.”

Ellerinden yüzümü kurtarıp başımı iki yana sallamıştım. “Ben ona sahip çıkamadım, Ufuk. Onu kaybettim…”

~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Ufuk’un sesiyle daldığım anıdan çıktım ve, “hayır” diye geveledim. “Bir erkek.”

Yüzünde oluşan rahatlama gözle görülür biçimdeydi ama bunu es geçti ve bebeğim hakkında konuşmaya devam ettik.

“Mükemmel bir anne olacağını her zaman biliyordum,” dedi.

Omuz silktim. “Mükemmel değil, yalnız bir anneyim.”

“Ve güçlü,” diyerek iç çekti. “Çok güçlüsün, Eylül. Güçüne güç katmışsın.”

Cümlesini bitirdiğinde zamanı geldiğini anladım. Madem güçlüydüm, anlatacaklarının da üstesinden gelirdim. Oturuşumu düzeltip, omuzlarımı dikleştirdim ve, “Öyleyse bana nasıl vurulduğunu anlat,” dedim. Yüzü anında düştü. Dehşetle dondu. ” Ve sakın yalan söylemeye kalkma. Çünkü gördüm. Beni aldattığını gördüğüm günkü gibi,” diyerek arkama yaslandım.

Ufuk bir süre konuşamadı. Saçma sapan, kelime dahi etmeyen şeyler geveledi. Sabırla bekledim.

“Hamilesin,” dedi.

“Evet,” dedim.

“Lütfen, Eylül..” diye mırıldandı. Tehlikenin içine beni ve bebeğimi çekmek istemiyordu. “Bulaşma…” gibilerinden bir şey derken lafını böldüm.

“Bana Harun’un seni neden vurduğunu söyle,” diyerek.

Yemin ediyorum, o an Ufuk’un kalbinin nefes borusuna fırladığını işittim. Neredeyse nefessiz kalıp ölecekti.

Bir süre gözlerimdeki kararlılığa baktı. Direndi ama pes etti. Omuzlarını düşürerek, sırayı bana devretti.

“Onu buldum,” dedi. “Şule’yi…”

Tüm vücudumdan kanım çekiliverdi…

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

“Onu kaybettim, Ufuk. Ona verdiğim sözü tutamadım. Onu koruyamadım. Ben… ben Şule’yi kaybettim.”

“Söz veriyorum, bir gün onu bulacağım, Eylül. Daha fazla ağlama n’olur. Bana güven, Şule’yi bir gün bulacağım.”



Bölüm 20 : Eski Bir Dost yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.

Viewing all 779 articles
Browse latest View live