Günler günleri, haftalar haftaları kovaladı. Serhan haklı çıkmıştı. Hamile değildim. Kendimi oğluma ve işime verdim.
Buraya alışmak ve alışmamak arasında gidip geldiğim sıralar komşularımla aramızdaki zorla inşaa ettiğim o ince ip koptu.
Zamanımı çoğunlukla Ecrin ve onun ailesiyle geçirmeye başladım.
Murat sekiz aylık oldu ve geçenlerde ilk kelimesini söyledi. Anne demesini bekliyordum.
Demedi.
Ecrin ile birlikte ormanda yürüyorduk. Bebeğim arabasında oturup kendi dilinde konuşuyor ve etrafı gösteriyordu. Sonra birden bizim dilimizde bir kelime söyledi. Minik parmağı gökyüzünü işaret ediyordu. Bizim dilimizi kendi diline harmanlamış ve mavi anlamına gelen “mami” demişti. Arabayı sürmeyi bırakıp oğlumun yanına çömeldim. Bir daha söylemesini istedim. Minik beyaz dişlerini bana göstererek, “mami” dedi.
Ecrin’le katıla katıla gülmeye başlayınca, spor yapan yaşlı Almanlar durup bize bakmaya başladı. Kimseyi umursamadım. Oğlum ilk kelimesini söylemişti, umrumda olmazlardı. Bebeğimin yüzünü avuçlarımın içine alarak öptüm. Benim mutlu olduğumu fark ederek birkaç kez daha mami dedi.
Mutluluk kahkahama gözyaşlarım eşlik edince, annemin sesi kulaklarımda çınladı. “Anne olduğunda beni anlayacaksın.”
Annelik tam olarak böyle bir şeydi. Gülerken ağlamak, ağlarken gülmek… Duygularını yönetememek…
İlk kelimesinden birkaç gün sonra ikinci kelimesini söyledi. O gün tahammülü imkansız bir baş ağrısıyla kafamı yastıklara gömmüş yatıyordum. Murat da yanımda uyuyordu. Bir an saçlarımda minik elini hissettim. Sonra da o kelimeyi duydum. “Anne”…
Yanlış duyduğumu sanarak başımı kaldırdım. Gözlerimi kırpıştırarak oğlumun boncuk boncuk bakan gözlerine baktım. Gülümseyerek tekrar “anne” deyince onu kollarıma aldım ve ağlamaya başladım.
Duygularımı neden kontrol edemiyordum bilmiyorum. Ama o an içim korkunç derecede anneme olan özlemimle dolmuştu. Bütün duyguları karmakarışık yaşadığım o an, Serhan’ın eve geldiğini duymadım.
“Hey, ne oldu?” diyerek yatağa oturunca onu fark ettim.
“Anne dedi,” diyerek burnumu çektim ve oğlumda beni tastiklercesine “anne” dedi.
Serhan yüzünde koca bir sırıtışla bizi öptü. “O zaman sana biraz daha ağlayacağın bir şey söyleyeyim.”
“Ah, hayır,” doğruldum. “Kötü bir şey mi oldu?”
Başını iki yana salladı. “Haber beklediğim şu iş, oldu. Önümüzdeki haftadan itibaren geceleri evde, gündüz işteyim. Yani eğer her şey hesapladığım gibi olursa en geç üç yıl sonra İstanbul’a yerleşmiş oluruz.”
Beynimin uyuştuğunu hissettim. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemeden öylece kaldım. Üç yıl.. Üç yıl sabredersem, yalnızlığımın evine ailemle yerleşebilecek miydim?!
Çığlık atmak istiyor ama olduğum yerden kımıldayamıyordum. “Üç yıl” diye mırıldandım.
“En geç üç yıl,” dedi Serhan.
Başımı sallayarak iç çektim. Bitecekti. Nihayetinde bu soğuk ülkeden gidecektik.

Serhan gündüz çalışmaya başlayınca hayatımız biraz daha düzeldi. Fakat onun her gece evde oluşu Murat’ın pek de hoşuna gitmedi. Serhan hafta içi gece yokken, Murat benimle uyuyordu. Onun içeri oda da uyuması beni inanılmaz rahatsız ettiği ve doğduğunda da yalnızlığımın evinde benimle uyuduğundan.. Sonuç olarak Serhan iş için çıktığında Murat’ı yatağından alıp yanıma yatırıyordum. Ben ona, o bana bağımlı hale gelmiştik. Şimdi Serhan her gece evdeydi ve Murat onu yatakta istemiyordu. Üçüncü kelimesi “git” olacak diye ödüm kopuyordu. Bunca aydır geceleri bizimle olmayan babasının bir anda yattığı yere gelmesini hoş karşılamamıştı. Haklıydı tabii! Tek suçlu bendim. Onu alıştıran ve kendime bağımlı yapan.. Hoşuma gitmiyor değildi, aslında. Bu ülke de olmak yeterince rahatsız ediciydi. Biraz da Serhan rahatsız olsun diyordum. Bencillik ettiğimin farkındaydım ama bazen bazı durumlarda bencil olmak gerekiyordu.
Oğlumun üçünü kelimesi neyse ki git olmadı. Kendi gibi sarı kafalı olan yeğenimin adı oldu: “Fehim”. Dördüncü kelimesi öteki ablamın ufak kızının adıydı.
Ablamların son ufaklıklarının da ilk kelimelerinden biri benim adımdı. Fehim daha baba demeden Eylül diyordu. Şimdi de Murat evde Fehim diye gezince, o zamanlar eniştemin delirdiği gibi Serhan deliriyordu. İnatla baba demiyordu. Sırayla tüm yeğenlerimin adını söyledi. Dede, teyze, hala, anneanne..
Görümceme ilk hala dediğinde, ilk yeğeni olduğundan mutluluktan havalara uçmuştu. Tabii, telefon kamerasından görüşüyorduk.
Murat işi abartıp, babadan önce bir de Ecrin demesin mi! Anlaşılan oğlum neredeyse konuşmayı sökecekti ama baba demeyecekti.
Hamileliğimi yalnız geçirdiğimden ve buradaki ilk haftalarda yaşadığım bunalımı hissettiğinden miydi neydi bilinmez amma içinde Serhan’a karşı bir öfke vardı. Bunu gözle görebiliyordum. Ona her fırsatta baba dedirtmeye çalışıyordum. İkisinin arasını düzeltmek için çalışma başlattım. Serhan artık akşam işten eve gelince daha çok Murat’a zaman ayırdı. Böyle böyle birkaç hafta sonra aralarındaki buzlar yavaşça eridi.
Dokuzuncu ayı bitip, onuncu ayına girdiği hafta hiç emeklemeden birden ayaklandı. Oturma odasında oturuyorduk. Murat yerdeydi. Ayağa kalktı, koltuğa tutundu ve elini Serhan’a uzatarak, “baba” dedi.
Serhan’ın gözlerinden fışkıran mutluluğu görünce gülümsedim. Hemen fırladı ve Murat’ın uzattığı eli tuttu. Bir kez daha “baba” dedi.
İşte o an artık bütün parçaları birleşmiş bir aileydik.
Bölüm 52: Annelik yazısı ilk önce Kadın Sanat, etamin, dekorasyon, yemek tarifleri üzerinde ortaya çıktı.